önsöz: bu yazıyı okumadan şarkıyı dinleyelim hadi.
insan hissettiği yaştadır diyorlar. yaşlanan ve bundan mutsuz olan insanların gönlünü yapmak için tabii. hiç olur mu öyle şey? durdurabiliyor muyuz zamanı, kendimizi sabit tutabiliyor muyuz hiç? 5 yaşıma kadar yaşadığım tek çocuk saltanatını donduramadım mesela. cin velet doğdu. o doğduktan sonra da durduramadım zamanı, o güzel çocukluğu üç günde yaşadım bitirdim sanki.
hep 'içimdeki çocuk' yalanına sığındım o zamandan sonra. yalan, çünkü hiçbirimizin içinde bir çocuk yok artık. büyümek zorunda bırakılıyoruz biz. istesek de istemesek de bir anda yüzümüze çarpan büyüme gerçeği ile baş etmek zor. artık yapamayacaklarımızdan bir liste yaparız kafamızda, pusette gezememekten başlar, canı sıkıldıkça anıra anıra ağlamayla devam eder, lunaparkta babana şımarıklık yapmak katılır, karne hediyeleri almaktan rahat rahat elma şekeri yemeğe, bebeklik arkadaşlarınla yanyana uyumaktan, gönlünce şımarabilmeye kadar uzanır liste. daha neler vardır o listede, bu basit maddelerden çok daha fazla canımızın çektiği. ama çocuk değiliz işte, çocuk kalamadık. bir sevdiğimizi kaybettik, bir başka acı cenazeye gittik, bir sevgilimizden ayrıldık, bir dostu hayatımızdan çıkardık ve büyüdük işte biz. hangimiz büyümedi ki böyle bakarsak işte? 7 yaşında bile çocuk olamayan şanssızlar var artık.
yine de ben o mutlu çocuklara bakıp mutlu çocukluğuma özlem duymayı seçiyorum. kıskanıyorum da bir kısmını. mesela o altında tekerleği olan spor ayakkabılı çocukları görünce çıldırıyorum kıskançlıktan! alışveriş merkezlerinde, sokakta özgürce hem kayıyorlar hem yürüyorlar. bizim zamanımızda ayağımızda patenler var diye kapalı alanlara bile almazlardı bizi, sefil olurduk. bir yandan da acıyorum o çocuklara ama. 7-8 yaşında cep telefonu alıyorlar ellerine, hepsinin bir bilgisayarı, playstation u var artık. bizim yoktu, biz bahçeye iner top oynardık, ip atlardık, onlarca arkadaş bir arada sabahtan akşama kadar oyundan oyuna geçer sokakta koşturur, bisiklete,patene binerdik. o yüzden çok dost kazandık biz, çok sosyalleştik zamanında, birlik olmayı da öğrendik yalnız başa çıkmayı da zorluklarla. onlar öğrenemiyor bunları. yüzyüze konuşamıyorlar birbirleriyle, mesajlaşmaktan. istop oynayamıyorlar, yakartop ne bilmiyorlar, ip atlamamışlar hayatlarında, o bilgisayar oyunlarından, ps oyunlarından. yazık. keşke çocukluklarının tadını sonuna kadar çıkartsalar, devamı gelmiyor çünkü, hemen geçip bitiyor ama haberleri yok. benim çocuğum olduğunda sonuna kadar çocukluğunu yaşaması için, benimkinden de güzel bir çocukluk yaşaması için elimden geleni yapmaya kararlıyım.
peki ben kaç yaşındayım şimdi? kaç yaşında hissettiğimi sorsalar, bir an 7 derim bir an 45 belki, ama evet kaçamayacağım gerçek, 20 yaşımı doldurmak üzereyim. 11-12 yaşlarındayken nasıl büyütmeye, fazla söylemeye çalışıyorduysam, şimdi de 20yim değil, 20mi doldurmak üzereyim diyorum (doğru ama gerçekten bu) ki azıcık daha çalayım çocukluğumdan. sanki on... diye değil de yirmi... diye başlayınca yaş söylemeye, bir boyut daha değişecekmiş gibi geliyor. istemiyorum 20yim demek. en sevdiğim yaş 17de, en mutlu geçirdiğim yaş 18de, ya da hadi en kötü 19da kalmak istiyorum. hep çocuk hissetmek istiyorum, varsın bana çocuk desinler, umrumda olur mu ki ben hayata umursamaz bir çocukken? öyle kalmak istediğim ve hatta bazen öyle hissettiğim için 'çocuk' diyeceklerde bana, ne mutlu! büyüyoruz da ne oluyor? birer birer yıkılan hayaller, hayalkırıklıklarının ardından mutsuzluklar, umutsuzluklar, büyümenin bize getirdiği şey. çocukken gördüğümüz şeker pembesi dünyanın kapkara bir yer olduğunu gün be gün daha açık ve daha acı bir şekilde görürken, keşke hepimiz çocuk kalabilseydik diyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
söylemeden edemicem..