28 Mart 2013 Perşembe

bir sepet elma

geçen gün düşünürken bu metafor geldi aklıma, "bir sepet elma". ne için? yolumuza devam ederken yanımızda taşıdıklarımız için..

ailenden herkes birer kırmızı elma. arkadaşların da öyle. sepetinin içinde tutuyorsun onları, hepsi senin için çok değerli çünkü gitmen gereken uzun bir yol var ve biliyorsun, o yolda yalnız olmamalısın, aç kalmamalısın. hepsine tek tek ihtiyacın olacak. 

ne kadar ağır olduğu önemli değil sepetinin. yük gibi görmüyorsun onları. omuzların ağrısa da kolların kopsa da taşırsın sonuna kadar, sonsuza kadar çünkü onlar senin için değerli, çünkü sen onlara muhtaçsın.

ağır diye bir elmayı çıkarıp yolun kenarına atmazsın. asla da atmazsın. durur dinlenirsin, gerekirse yolundan saparsın geç kalırsın ama vazgeçmezsin. ne zaman bir elmayı yolun kenarında bırakırsın peki?

"ben bu soruya şöyle bir cevap getirdim. çürüdükleri ve diğer elmaları da çürüme tehlikesine soktukları zaman."

ne demek bu? neden çürüsün ki durup dururken o değerli elmalar? bilmem.. belki bir kurt vardır o elmayı içten içe kemiren, dıştan hiç görmemişsindir sepetine alırken. belki elma zamanla kurduna yenilmiştir ve çürümüştür.. bilemem.. belki o çürüyenden bile vazgeçemezsin de, elinde tutarsın, cebine atarsın.. 

peki çürük elma sana zarar vermekten vaz geçer mi? yapar mı bunu? kurdunu kabuğunun dışına kovabilir mi? sanırım en çok burada kalbimi kırdı metaforum. çünkü çürüyen bir elma bir daha sağlıklı bir elma olamaz. sağlıklı elmaları da tehdit eder. taşıyana da tehlike yaratır.

yolun kenarında bırakmalı o elmayı, işte tam o zaman. sırtın ağrıdığında değil. yorulduğunda hiç değil.. o çürüdüğünde. için rahat olmalı o zaman, sen sonuna kadar taşıdın diye..

isteriz ki sepetimiz gittikçe ağırlaşsın. dostlar aile olsun, arkadaşlar dost. herkes temiz olsun, kan kırmızı olsun, taptaze, ilk günkü gibi dursun. 

ama zaten hayatta ne tam olarak istediğimiz gibi gidiyor ki?..

7 Mart 2013 Perşembe

prenses ve kötü kraliçe

Çok emin değilim, ilk 10 sene çok net olmadığından tabii, ama hayatım boyunca bazı şeylere hiç prim vermediğime inanıyorum. Kötü niyet gibi. Kötü niyetlilerden olduğum bir tek gün yok mesela, hep ya iyi düşündüm, ya hiç düşünmemeye çalıştım. Bu konularda bir kızdan çok erkeğe benzerim mesela, birine imada bulunmam çoğu zaman. O kadar açık söylerim ki karşımdaki açıklığıma şaşırır. O yüzden arkadan iş çevirmek, birilerini çekiştirmek, başkalarını doldurmak, "saman altından su yürütmek" kısaca, hiç bana göre olmayan şeyler. Çoğu kıza yakışır ya, "sahte" sevgiler, sahte arkadaşlıklar, ne istediğini söyleyemeyen, ancak iş çevirerek elde eden insanlar, bana hiç uymazkar, hiç hiç bana göre değiller.

Bu sebepten bazen çok yalnız hissettiğim doğru. Kendimi birilerine kanıtlama güdüm doğuştan noksan olduğu için, "kim ne düşünürse düşünsün, ben kendimi bildikten sonra önemli değil" kafasındayım hep. Bu insana huzur verir mesela. Bir düşünün, kıskanç, fesat insanlar huzurlu olamaz. Hep kuran, hep karşısındakinin hareketlerinin altında başka şeyler, fazla şeyler arayan insanlar huzurlu yaşayamaz, huzurlu uyuyamaz. Ben hep rahat uyurum, kafamda o tilkiler hiç gezinmedi benim. Ha, sinsi değilim diye saf olduğumu da söylemiyorum tabii ki. Hiç saf değilim hem de, çok zordur beni kandırmak. Kanmış gibi yaparım, muhatap olmadığım için. Ciddiye almadığım için, önemsemediğim için. Karşımda önemsediğim biri varsa ancak onun için uğraşırım, değdiğine inanıyorsam. Çoğu zaman yanıldım ama, denedim en azından bunu.

Anlayamadığım, büyük bir özgürlükle kutsanmışken insanların neden bundan faydalanmadıkları.. Birini sevmeme özgürlüğüne sahibiz hepimiz. Düşünsenize, kimse HİÇ BİRİNİ sevmek zorunda değil. Zorunda değiliz! Sevmeyebiliriz.. Peki, ne sebep oluyor özgürlüğünüzü unutmanıza? Ne sebep oluyor sevmediğiniz insanlara sahte gülücükler dağıtmanıza, sahte sevgi sözcükleri kurmanıza? Benliğiniz hiç dürtmüyor mu sizi, "özgürsün sen, istediğin gibi davranabilirsin!" demiyor mu vicdanınız sizin? Yoksa sizde doğuştan noksan olan erdemler benlik sahibi olmak, vicdan sahibi olmak gibi hayati şeyler mi?

Saf değilim dedim ama, bir konuda çok safım. Bir gün mutlaka fesatlığın kaybedeceğine, iyiliğin, iyi niyetin, açıklığın, dobralığın kazanacağına çok içten inanıyorum. Hala, saf gibi inanıyorum. Beni bu inancımdan uzaklaştırmaya çalışan herkese, her şeye rağmen inanmaya hep devam ediyorum. Kötü kraliçe hep kötü hamleler yapıyor, ben pamuk prenses gibi, iyiliğe tutunuyorum. İçimdeki en büyük korku belki, bir gün o acıdığım, iğrendiğim insanların kapıldığı duygulara kapılmak. Onlara benzemekten ödüm kopuyor.. Bugüne kadar benzemedim, benzemediğim için de kabul edemediler bir türlü, kendileri gibi kötü olanları kabul edebilir ancak kötü olanlar. Ama hala, yakışıklı prensiyle sonsuza kadar mutlu yaşayan pamuk prenses masalı var benim hafızamda. Hiç birine istediğini verip kötü olmaya niyetim yok asla..