26 Haziran 2010 Cumartesi

merhaba

tepetaklak olduğumuz güne merhaba.
unutulduğunu sandığımız ama ilk günkü gibi taze acımıza merhaba.
zamanın en hızlı geçtiği, en acımasız estiği yıla merhaba.
en sevdiğimiz ayı en nefret edilene dönüştüren tesadüfe merhaba.
anlaşılamamalara merhaba, yanlış anlaşılmalara merhaba.
sevgiyi çürüten nefrete merhaba.
sonbahar sokağına, balözüne merhaba.
son gözyaşlarına merhaba.
uzakta tüten sigaralara merhaba.
küfürlere merhaba, isyanlara merhaba.
kabullenişlere merhaba.
sonsuzluğa, karanlığa merhaba.
ondan esen soğuk rüzgara merhaba.
uçurumdaki mucizeye merhaba, hani yok ya.
yuvadan uçuşa merhaba.
tanıdık sıcaklığın yokluğuna merhaba.
öfke sellerine merhaba.
unutulan mucizelere merhaba.
plakaları sayan kıza uzaktan merhaba.
başucu fotoğraflarına merhaba.
kapalı kapıya merhaba.
soğuk odaya merhaba.
çok sevdiğin rakıya merhaba.
diyemediğin merhabaya merhaba.
söyleyemediğin sözlerine merhaba.
bakamadığın gözlerine merhaba.
merhaba.
elveda.

17 Haziran 2010 Perşembe

bir gün


o güne dönebilsek keşke. o gerçek anlamda iyileşmiş, beni her anlamda iyileştirmiş. hayat 16 yaşındaki iki kız çocuğu için fazlasıyla basit ve güzel.

8 Haziran 2010 Salı

yıllar sonra

bir kalid üyesi olduğum için (kadıköy anadolu lisesi mezunlar derneği) kadıköy, maarif dergisi evime posta yoluyla geliyor. haziran 2010 sayısı dün elime geçti. 27. sayfasında beni çok etkileyen bir yazı var, paylaşmak istedim..

Maariften Aşk Hikayeleri, yazı dizisinin adı. 'Bir Aşk Hikayesinin "Brief"i' de yazının adı. .
Kahramanlarımız '81 mezunu martı Orhan Sezener ile '87 mezunu martı Çiğdem Günalp..


" Konu başlığı, Maarif'ten Aşk Hikayeleri. Ama bizim Çiğdem'le olan aşkımız tam bu formata uymayabilir belki de. Çünkü ikimiz de Maarifliyiz ama Maarif'te tanışmadık. Ben 1981 mezunuyum. Çiğdem 1987. Arada bu kadar yaş farkı olunca, Maari'teyken tanışma imkanımız biraz zordu. Tanışsaydık, olsa olsa abi-kardeş ilişkisi yaşardık. Yoksa tuhaf bakarlardı.

1988 yaz ayları sanıyorum. Mezunlar Derneği'ni kurma çalışmalarına başladık. Ben kurucular arasındaydım. Çiğdem de yeni mezun olmanın verdiği heyecanla bizlere yardımcı oluyordu. Sonraki dönemlerde birkaç ay görüştük. Yemeğe, sinemaya filan gittik. Deyim yerindeyse, 'çıktık' ya da 'konuştuk'.

Bu ilişki bizi pek sarmadığından sonraları pek görüşmedik. Bunda, belki de Çiğdem'in "Amazonlar" diye anılan arkadaşlarının beni Çiğdem için biraz yaşlı bulmalarının etkisi olabilir. ( Halbuki yirmi beş yaşımdaydım. Çiğdem de on dokuz. Yani birliktelik için en doğru yaş farkına sahiptik.)

Birkaç sene sonra da, bir Talaş Böreği gününde tekrar karşılaştık ve tekrar görüşmeye başladık. 1994 Ağustos ayında da evlendik.

Hikayemiz bu. Biraz 'brief' oldu ama, hakikaten hikaye bu. "


işte, Çiğdem abla ile Orhan abinin kısa, öz hikayesi buydu. çok hoşuma gitti hikayeleri, hemen canlandırdım kafamda. şimdi kalid'in olduğu odada yeni yetme bıyıklı Orhan abi, haldır huldur çalışıyor mezunlar derneği için. Çiğdem abla da aynı bizim geçen sene hissettiğimiz hüzünle yeni mezun olduğu okulundan kopmamak için var gücüyle tutunuyor bulduğu bu fırsata. beraber çalışıyorlar, arada kaçamak bakışlar atıyorlar birbirlerine. Çiğdem abla heyecanlanıyor, arkadaşlarına gidip kalbi çarparak anlatıyor. arkadaşları biraz kıskançlık, biraz endişe ile bakıyorlar olaya. Çiğdemlerine zarar gelsin istemiyorlar. çıkmaya başlıyorlar heyecanlı, beraber geçirdikleri vakitler yetmiyor, ama bir yandan da önlerinde onları engelleyen etkenler var. olmuyor, üzülerek ayrılıyorlar. ikisi de mutsuz, kopukluklarından şikayetçi ama öyle olması gerektiğine inanarak uzak duruyorlar birbirlerinden. sonra bir gün, talaş böreği gününün haberini alıyor Orhan abi. yıllar olmuş mezun olalı, ama okuluna sevgisi, anılarına özlemi geçmemiş içinden. hemen o zamanlarki 'tayfasıyla' iletişime geçiyor, 'abi, gitmeliyiz.' diyor. ekibini topluyor sonra. o sırada daha mezun olalı 4-5 sene geçmiş olan Çiğdem abla da amazonlarını kafalıyor, talaşa gidecek, hatta belki Orhan'ı görecek ama bunu kızlarına söylemiyor, kızlar 'amaaan yine mi o yaşlı herif' demesin diye belki de. ve bir anda talaşta karşılaşıyorlar. Orhan abi gidiyor Çiğdem ablanın yanına, çok özlemiş onu. Sarılıyor birden, soru yağmuruna tutuyor onu. Çiğdem abla da temkinli ama karşısında Orhan'ını görmenin sevinciyle başlıyor konuşmaya. o günden sonra hiç ayrılmıyor birleşen elleri, her sene talaşa beraber geliyorlar ondan sonra. çocuklarını getiriyorlar şimdi de yıllardır. onlar bile büyümüş, kocaman olmuşlar.

evet hikayenin aslı eminim bu kadar toz pembe değildir ama ben böyle canlandırmayı tercih ettim, böyle olsa ne güzel olur diye. umarım çok mutludur Orhan abiyle Çiğdem abla, umarım 5 haziran'da aynı okul bahçesinde yürümüşüzdür birbirimizden habersiz. umarım çocukları da martılardır, anneleriyle babalarını bir araya getiren bu yuvaya onlar da tüm sevgilerini veriyorlardır, teşekkür ediyorlardır.

son olarak, 'yıllar sonra' şarkısını yolluyorum Çiğdem ve Orhan çiftine. okulumuzda çekilmiş klip, okulumuz mezunları tarafından çalınıp söylenen o muhteşem şarkı. hediyem olsun onlara. yıllar sonra, yine eskisi gibi..



(85 mezunuymuş kargo tayfası, yani hem Orhan abiyle hem Çiğdem ablayla beraber okumuşlar, şuan öğrendim, güzel tesadüf)

iki aile, canım ailem

3 haziran sabahı star tv'nin sürprizi bana, 2 aile idi. bitişinin üzerinden bile zaman geçmiş olmasına rağmen rastladığım anda donmama , yüzüme koca şapşal bir gülümseme yerleşmesine sebep oldu o tatlı hikayenin kahramanları. özellikle eda hanım ile oğuz bey tabii. didişmeleri, bakışmaları, birlik olup başkalarına karşı elele durmaları, hepsini nasıl özlemişim izlemeyi. saçma sapan kavgalı dövüşlü aldatmalarla dolu iç karartıcı dizilerin aksine, iki aile mutlulukla,huzurla doldururdu içimizi, içimiz ısınırdı her izlediğimiz bölümde. sevgililere mesajlar atılırdı, biz de böyle olalım diye. ferit vardı bir de dizide, komik, eğlenceli, aşık, şapşal. onu gördükçe evimizde böyle bir tip olsun isterdik. pazartesi akşamlarını iple çektiğimi hatırlıyorum, sıcak bir aile toplantısı gibi, ya da en sevdiğim ailenin misafirliğe gelmesi gibiydi. çocukluk gibiydi. romantikti bir de, mesela final bölümünde eda hanımla oğuz bey köşkün balkonunda birbirlerine sarılıp ''ömrümce hep adım adım her yerde seni aradım, ben kalbimden başka yerde inan seni bulamadım.'' diye söyleyerek, (ki iclal aydın'ın da emre kınay'ın da sesi oldukça güzel) resmen romantizmin tavanını yapmışlardı.










evet sonra bu sevimli aile türk halkı için fazla sevimli geldi heralde ki, yaprak dökümü gibi ızdırap çektiren dizileri 87 sezon sürdürürken yapımcılar, iki aileyi bitirme kararı aldılar. yanlıştı, yanlış. üzücü aslında bu tip yapımların olmaması. bu tip derken, içten, sıcak, aile kavramı üzerine ve tüm ailelerin oturup keyifle izleyebileceği yapımlardan bahsediyorum.bir diğeri de canım ailem'di bu yapımların. şimdi yarın onun da finali varmış. buna ayrıca bir üzüldüm.. çünkü iki ailem'i babamla keşfetmiştik, sonra diğer izleyenlerle konuşmuştuk mesela ama canım ailem benim izlediğim, izleyeceğim bir dizi değildi haberim olmasaydı. ''şu canım ailem'i izlemiyorsun ya, çok şey kaçırıyorsun.'' lafı üzerine hadi bir bölüm izleyeyim dedim ve ali karakterinin seyhan karakterine bakışlarına şahit oldum izlediğim ilk bölümde. zaten ozan güven'in oyunculuğu dillere destan, bir de hikayedeki yeri öyle can alıcıydı ki, diziyi parmağında oynatabilecek bir hal almıştı bence. hikaye iki aile'yle benzer özellikler taşıyordu, yine içimizden yine aile ve yine sıcak olduğu için de kısa sürede sevmiştim ben. bu kez salı akşamlarını iple çeker olmuştum, telefonum elimde, hoşuma giden her ayrıntıyı paylaşarak. bu kız senin gibi bakıyor bile dendiğinde bana, kendimden birşeyler aramaya başladım kızda. böylece ikinci kez bir diziyi severek, keyif alarak izliyordum. o da bitiyor şimdi..


birbirinden güzel, birbirinden içimizden, birbirinden keyifli, birbirinden ailem iki dizi. ikisi de 'tekrar' bölümlerden ibaret olacak artık belki. ama tavsiyem, izlensin böyle diziler, bitmesin hemen. sakız gibi uzayan diziler bunlardan güzel değil aslında. ama ızdırap çekmeyi seven halkım onlara daha çok ilgi göstermeye bayılıyor. olmasa keşke, hep böyle sevimli aileleri izlese insanlarımız. bu dizilerin alt metinlerinde çok hoş ilişkiler yatıyor çünkü, kendine yararlı sorular sormanı sağlıyor. örnekler güzel, çarpık değil. öyle yani, canım ailem biterken, iki ailem'e denk gelmişken bir hatırlatayım, anayım dedim. hoş, unutmadım ki hiç.

2 Haziran 2010 Çarşamba

3haziran

saatler kala günüme, bir heyecan sardı tabii beni. haziran benim ayım, ilk haftası olduğu gibi benim haftam, ama en çok da 3ü benim günüm elbette. çok önemlidir benim için doğum günüm, nedense çok çok mutlu olurum doğum günüm yaklaştıkça. her doğum günümde ağlarım ben, çok büyük bir çoğunluğu mutluluktan oldu bugüne kadar.. bir iki istisna var ama, onları da hatırlamak istemiyorum. şimdiiii, ikizler kızının huysuzluğundan şımarıklığına, beklentilerinin yüksekliğinden, çabuk mutlu olabilitesine her özelliğini taşıdığımdan, çok da zor değilim bu konuda. yani bence.

17 yaşım, şimdiye kadar yaşadığım en güzel yaştı, hep söylerim. (hayatımın en güzel yaşı demiyorum, ileride olacağını varsayarak) 17 yaşında olduğum sene de şimdiye kadar yaşadığım en güzel seneydi haliyle. 17 yaşına girdiğimiz (yani sanırım bitirdiğimiz) sene, özge ve ben, bütün gün doya doya kutlamıştık doğum günümüzü. etrafımız sevdiklerimizle çevrili, bol bol sürprizli, defalarca üflenen mumlarla donatılmış sayısız pastalı, bitmek bilmez bir doğum günüydü. şanslıyız, en yakın arkadaşların iki gün arayla doğması ve bunu kullanmaları, hoş baya.

her sene olduğum gibi değilim bu sene, hatta neredeyse doğum günüm gelmesin istiyorum, o derece. çünkü 20den hep korktum ben. sanki on... diye başlayan yaşlarım bitince, bir dönem kapanacak. tamam, liseyle belki öyle bir dönem kapandı ama en kötü on,dokuz diyordum. hala başında bir on vardı. şimdi ne olacak, yirmi mi diyeceğim? yirmi? yirmi y i r m i. ıyk. söylerken tiksindim.
hoş, daha yeni kendimi 2 yaş küçülttüm ve insanlara bunu yedirmeyi başardım, bir kaç sene daha rahatım yani. sonra düşünürüm, o zamanki destine'nin sorunu olsun.

ama bir sebebi de, bu sene yanımda olmayanlar. çirkin bir yıl oldu 2009, çok koptum sevdiğim bir çok insandan. en yakın arkadaşımı aldı 2009 mesela, abim,dostum, bir çok şeyimdi aslında. hoş, hiç bir doğum günümde yanımda değildi zaten, en azından bununla avunabilirim. ama gül de yok bu sene, mert bayadır yok ortalarda. her doğum günümde pastamı beraber üflediğim naz, hala içimde en yakınımda dursa da 3 haziran'da pastamı benimle beraber üflemiyor artık. bir üzüntü kaplıyor ki içimi yanımda olmayanları, olamayanları düşündükçe, pöf yani. arka bahçede pasta savaşı yaptığımız doğum günlerim biteli çok oldu, gökhan'ın ihmal etmeden üflettiği pastalar dışında, o yıllardan pek de bir şey kalmadı elimizde.

feysbuk yoktu hem eskiden, insanlar ''duvarından'' kutlamıyorlardı doğum günlerini arkadaşlarının. benim de yoktu feysbukum bu seneye kadar, o yüzden oradan hatırlamıyordu hatırlayan, şimdi bu sene paranoyaya bağlicam kesin, facebooktan mı görüp kutluyor falan diye, gereksiz bir iş oldu başıma.

neyse, babamın kucağında, annemin müthiş hediyeleriyle, etrafımda bana sürpriz yapan tatlı arkadaşlarımın olduğu onlarca doğum günü yaşadım, mutluluktan ağlayarak bitirdim çoğunu işte. bu sene ne olur, nasıl olur bilmem. 20'yi kabullenmem ne kadar alır bilmem. tek bildiğim, azıcık buruk da olsam, yine gün benim günüm, yine doğum günüme, doğduğum güne bayılıyorum. iyi ki doğdum diyip kocaman sırıtışımla sınıf kapısından giremeyecek olmama üzülüyorum bir de, şımarabileceğimiz insan sayısı azalıyor yaş arttıkça.