23 Temmuz 2011 Cumartesi

yarım kalanlar

Kabullenmek için ölümü, illa mezar taşı görmem gerekir. O yüzden ısrar ettim Tuna'ya, dün götürdü beni Denizime. Kocaman bir defterin binlerce sayfasından birinde yazılı adı, mezar numarası. O kadar yakıştıramıyorum ki ona ölümü, ısrarla inanmıyorum, inanamıyorum. O isim ona ait değil sanki, o buz gibi taş, o ıslak toprak, onu örtüyor olamaz. O daha bir kaç gün önce gülümseyerek konuştuğumuz, sonsuza kadar beraber olacağımıza inandığımız sert kaya, şimdi parçalanmış, dağılmış, kayarken bizi de sürüklemiş boşluğa.
sırf bilsin diye söylüyorum, şuan hastanede olsaydı gider kafasını parçalardım. o kadar sinirliyim ona. nasıl yapabilir bunu bize diye.
evine gittim sonra. ilk kez. odasına girdim yatağına yattım. senelerdir tanıyorum onu, odasına böyle mi girecektim diye düşünmeden edemiyorum. belki yanımda yatıyor olacaktı, elimizde şarap olacaktı onun helvası yerine. yutkunamadım, yutamadım. o andan beri de yutkunamıyorum, ne zaman denesem bir inilti çıkıyor dudaklarımdan o kadar. ahh Deniz, dalga geçiyorsun değil mi şuan benimle? değerimi bilemedin diye pis pis sırıtıyorsun. biliyorum, tam bir pisliksin. ama bir yandan da o kadar canlısın ki her hücremde, yok, olamaz, o sen olamazsın. biraz bekleseydin ya, daha sana söylemem gereken çok şey vardı.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

27

27 ekim 1989.
koydum kafama, kazıtacağım vücuduma bu tarihi.
ve tamamen unutmaya çalışacağım 16 temmuz 2011 gerçeğini.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

kayıp

sevilen birini kaybetmek her zaman çok acı. ama kaybedilen 22 yaşında, daha hayatının başında, birlikte hayaller kurulan ve henüz hiçbiri gerçekleştirilememişken giden biri olunca acı katlanıyormuş, öğrendim.

haberi aldığımdan beri reddediyorum, inanmak istemiyorum. önce 2 günlük festival ortamında alkolün sınırlarını zorlayarak düşünmemeye çalıştım, geceleri patlak verdi acı, ağladım, isyan ettim, kabul etmemek için ne gerekiyorsa yaptım.

olmuyor. bir saniye aklımdan çıkmıyor yüzü. adını sayıklıyorum durmadan. beraber yaptıklarımızı düşünüyorum, fotoğraflarımıza bakıyorum, bana en son attığı mesajı okuyorum. ekrana dokunuyorum sanki oradaymış gibi. sanki o kaza hiç olmamış sanki ordan bilinmeyene hiç gitmemiş gibi.

görüşelim diyip duruyordu son zamanlarda. hep erteliyordum. hep ama hep erteliyordum. şimdi zamanımız gerçekten yok. ve ben bunu kabullenemiyorum. onu bir kez daha göremeyeceğim gerçeğini, bir kez daha dokunamayacağım, bir kez daha sarılamayacağım kocaman, bir kez daha öpemeyeceğim gerçeği karşısında dehşete düşüyorum.

düşündüm, 3 ay önce yüzyüze görüşmüşüz en son. özlemiştim. gördüğüm an boynuna sarılıp "özledim seni, salak!" diyecektim. peki şimdi? ne zaman göreceğim bir daha onu? ya da görebilecek miyim hiç?

okulunu bitirmemişti daha, yıllarca çalıştığı emek verdiği okulunu.. o okula girdiğinde hediye edilen arabada son buldu hayatı, bunu düşünmeden edemiyorum. canım acıyor yarım bıraktığı şeylerin büyüklüğünü düşündükçe. hani nefes alamazsın ya acıdan, öyle acıyor.

kimse bilmezdi bizim ilişkimizi, kimse birbirimiz için nasıl ayrı olduğumuzu bilmezdi. çarpışan ikizler-akrep egolarından fazlasıydı oysa aramızdaki. ikimizin de yıllardır farkında olduğu görülmez bağ, her geçen sene güçlenerek bizi birbirimize bağlı tutuyordu, asla kopmayacağını düşünüyorduk. birimizden birinin ölüp bağı koparacağını hiç düşünmemiştik ki.

yok şimdi o. ve bana nasıl bir boşluk yarattığını bilmiyor bile. ailesi için ayrı, arkadaşları için ayrı üzülürken, bir yandan da bencilce kendime üzülüyorum. onu reddettiğim, hayır dediğim her gün için ayrı üzülüyorum. pişmanlık sarıyor her yanımı.keşke diyorum, keşke bir kez daha görseydim, keşke daha güzel ayrılsaydım yanından son karşılaşmamızda.. keşke bana bir kez daha sarılmak istediğinde, "hadi be, görüşürüz" demeseydim. keşke kulağına gömülüp "o arabayı adam gibi kullan" deseydim.

gitmiyor düşüncelerim, bitmiyor, içim sürekli dapdar, sıkıntıdan kendimi bir yerlerden atmak istiyorum. bağıra bağıra ağlamak, adını haykırıp geri çağırmak istiyorum. ama gelmeyecek. gelemez, biliyorum.

umarım gittiği yer burdan güzeldir ve umarım orada beni de bekliyordur. ben onu şimdiden çok özledim, çok özledim. 27 ekim'de kime mesaj atacağım iyi ki varsın akrep diye, taksim'de kime sataşacağım, eski resimlere bakıp kiminle nostalji yapacağım ve kime ona şımardığım gibi şımaracağım, bilmiyorum. gözlerimi kapattığımda elinden tutup herşeyin güzel olacağını söylüyorum ama, buna kendim bile inanmıyorum.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

özlemek yok

bir karar vermştim uzun zaman önce. tutamadığımız sözlerden oluşan pişmanlıklarımız ve kendimize öfkemizin temeli olan duyguyla aslında.

dışa yansıttığımın tam tersi olarak öylesine kırılgan oluyorum ki bazen, küçük bir bebekten çok cam bir balona benzetiyorum kendimi. dokunsan, bir an elinden düşürsen bin parçaya ayrılacağım, oysa sen karşında sadece genç bir kadın görüyorsun ve hoyratça düşürebiliyorsun, nasılsa yerden kaldırırsın diye. kalkamıyorum işte aslında, parçalarım yerde kalıyor. zamanla o kadar çok parça bıraktım ki zeminde, bana geriye çok az şey kaldı benden.

bunu bir kişi yapmadı. bunu on kişi de yapmadı. keşke milyar kişi yapsaydı ama "ne olur, yapmasın!" dediklerim yapmasaydı. fakat ne yazık ki kontrolü elimizde değil başkalarının. aslında kontrolü verdiğimiz kişiler de ne kadar önemli bir şey tuttuklarının farkında değiller ellerinde.
böyle anlarda bazen o kadar düşünmeden davranıp o kadar düşünmeden veriyorum ki parçalarımı, nasıl kırılabileceklerini tahmin edemiyorum o anda. belki tahmin ediyorum da, kırmayacaklarına inancım çok büyük oluyor o an, vazgeçiyorum. ve sonuç, en değerlilerim, en değerli parçalarımı kırıp yok ettiler.

ben de söz verdim kendime. bir kere, iki kere izin verdiğim herkese, bir hak daha vermeyeceğime dair. vermiyorum da. katı görünebilirim, umursamaz, acımasız, hatta belki hoyrat bile görünebilirim. kırgınım sadece. ve eskiden yapmadığım, yapamadığım birşeyi yapıyorum artık, yapmak için eğitmeye çalışıyorum ya da kendimi, bilmiyorum. siliyorum insanları. öyle canımı acıtmış oluyorlar ki çünkü, hakları olmadığına karar verip kaskatı durmaya çalışıyorum karşılarında. ve özlememeye çalışıyorum. özlediğimi hissettiğim anda aşağılıyorum kendimi, zayıflıklarımdan kaynaklanan hislerime savaş açıyorum. ve özlemiyorum artık. ve özlememem gerektiğini biliyorum. ve özlemezsem daha mutlu olacağımı en derinde hissediyorum.

ve özlemek yok. üzgün değilim, çok önce verdim kararımı. hatalıysan destine, git, kaybetme onu. seviyorsun, sevgilin o senin. seviyorsun, dostun o senin. yakının o senin.

değil.

artık öylesine "değil" ki o benim dostum, o benim sevgilim, o benim arkadaşım bile değil diyorum aklıma gelen her özlenen için. "özlenen" sıfatlarını kaybetmeleri vakit alıyor belki ama, geriye iç huzuru kalıyor. az ama öz tanımı vardır ya, ben hayatımda artık yalnızca bunu istiyorum. yüz tane arkadaşım olmasın, kimse sevmesin beni, beğenmesin, istemesin. gerçek olanlar istesin beni, gerçek olanlar sevsin. yıllarca kendimi kandırıp sonunda koskocaman boşluklara düşe düşe kaybettim güvenimi, en yakınlarıma güvenemez oldum. ve artık biliyorum, hiç ama hiç kimseye değmiyor, haketmiyor beni, beni düşüncesizce kıranlar.

o yüzden yoklar. o yüzden yokum onlar için. sıkılıp kırdıktan sonra çöpe attığın oyuncağın gibi düşün, onu geri alma şansın yok o saatten sonra. olur da özlersen, aynısını elde etme şansın da yok. gidip yenisini alabilirsin, ama aklın hep eskisinde kalır. en azından bu pişmanlığı ben yaşamayacağım, yaşatmak istediğimden de değil ya, hakedenler yaşayacak.

çünkü hayat bazen adil olabilir.

8 Temmuz 2011 Cuma

tuhaf şeyler oluyor

6. his sanırım bu, şu sıralar bende çok yüksek olan saçma bir enerji de olabilir.
Adını anıyorum mesaj geliyor birilerinden. Yabancı birine anlatırken telefonum çalıyor aniden. Saçma bir şekilde "şeytan dürttü" deriz ya, bir şey yapıyorum ve inanılmaz şeyler buluyorum karşımda. Aklıma gelip de yapmadığım şeyi, bir başkası düşünüp benim yerime yapıyor. Yıllar önce kurduğum hayaller aniden gerçek oluyor. İstemiyorum, olmuyor.

Ve nedendir bilinmez, kayıp hesaplardan usanmış, yorgun bir kadınla beraber yaşıyorum aynı bedende. Çoğulculuğun bu kadar karmaşaya sebep olduğu görülmemiştir. Eğlenceli, cıvıl cıvıl olan çocuk arada bir ortaya atıyor kendini, şöyle bir görünüp kabuğuna çekiliyor yeniden. Bir çocuğu nasıl yorabilirsin oyun oynamadan? Top koşturmadan bahçede, paten kaymadan, saklambaç, istop oynamadan nasıl yorulur ki bir çocuk? Bu çocuk yorulmuş, şimdi dinlense de iyileşemiyor. Ben de diğerine odaklanmaya çalışıyorum haliyle. Boşluk duygusundansa yabancılaşmayı tercih edenlerden olduğumdan belki de.

Sinirliyim ya ben, ondan saçmalıyorum.