24 Temmuz 2010 Cumartesi

özet geçiyorum lan!

öncelikle, seçim sonuna kadar doğru ve haklı olanın kazandığı bir seçim olmuştur. ccc m. ccc dir yani.

ben de 10 yıldır hastasıyım bu hatunun, ama sizden baya bir öndeyim, üzgünüm.

evet okuduk bir çoğunu yazılanların.
güldük geçtik yine büyük çoğunluğuna.
baktık ki bizi bulmaya çalışıyorlar, ki saklanmıyorduk, yaptığımız adice ya da çirkin bir şey yoktu. bulmuşlar, tivitırda follower artışları, blogda görüntülenme artışları falan, ee ne oldu yani? buyrun okuyun yazdıklarımı, gizlim saklım yok pek.

incici, hatta d inci hatun gibi şeyleri de gördüm, yazar değilim hayır. okuyorum, uzun zamandır. geçenlerde formspringimde bana bir incici tarafından sorulduğunda cevap verdiğim gibi, evet eskiden destekçiydim, şimdi o kadar onaylamıyorum çünkü amaçtan sapıldığı gibi, seviyeyi de aşağıya çekmeye çalışan anti incicilere ortam hazırlandığınu görüyorum üzülerek. evet, keşke böyle olmasa inci, daha bir seviyeyi korumaya yönelik yapsalar isyanlarını, saldırılarını, ziyaretlerini. keşke sol framede daha çok şey okuyabilsem eskisi gibi. küfür değil beni rahatsız eden, düşücesizce oraya konan resimler, düşüncesizce sarfedilen kırıcı sözler. bana değil, en yakın arkadaşıma değil, onlarca, yüzlerce tanımadığım kıza. ha bize de yazdılar, herkes bizim kadar olgunlukla karşılamayabilir. ki, olay olgunluk da değil aslında. tanımadığın etmediğin kızın iki fotoğrafına dünya kadar küfür ve aşağılayıcı sözle saldırmak, ne bir erkeğe ne de bir insana yakışır bir davranış. umarım bu hatalarını kısa sürede düzeltir, eğlenerek ve deli gibi gülerek okumaya devam ettiğimiz o eski inci olur.

söylenen güzel şeylere teşekkür ederiz, beğenmeyen herkese saygu duyduğumuz gibi. pek özet geçemedim piçler ama, dolduk biz de kaç gündür, olsun o kadar.

23 Temmuz 2010 Cuma

arnavutköy


boğaziçi'nde okuyorsanız, bebek'e sık sık yokuşlardan inersiniz. okulun içinden olabileceği gibi, küçük bebek yokuşu ya da güney kapının yanındaki dik yokuş da olabilir tercihiniz. bebek'e inerken yıldız lisesi'ni farkedebilirsiniz bir gün ansızın. kapkaranlık, kocaman korkutucu kapısı olan bir lise. inanamazsınız hatta. o sokakta bir de yıldız teknik üniversitesi rektörlüğünün konutu vardır, özenirsiniz.

bebek'te adımlarınız yavaşlar önce, manzara sizi büyüler. ağır ağır yürürsünüz, elinizde içecek birşeyler varsa yudumlaya yudumlaya. sonra bir bankta oturur denizi izlersiniz. hatta daha güzel bir bank bulursunuz sonra, denize sıfır, adile sultan sarayı'nın tam karşısında. saraya bakarsınız, 2. köprüye bakarsınız. 2. köprü birden havada gibi görünür size, avrupa yakası'ndaki ayağını göremediğiniz için, korkarsınız köprü bir anda devrilecek gibi gelir. sonra bir tarafı daha uzun olan bu köprü, bir tramplene dönüşür hayal gücünüzde. sağ tarafınızda, asya kıtasından ta ulus'a kadar uzanan elektrik telleri farkedersiniz. daha önce hiç farketmediğiniz bu tellerin o kadar uzadığına inanamazsınız, uzarmış meğer, öğrenirsiniz.



sonra ayaklarınız arnavutköy'e götürür sizi. önceleri arnavutköy, sahilinden yürünüp geçilen bir yerdir sizin için.
sonra bir gün ara sokaklarına dalarsınız. daha önce adım atmadığınız sokakları loş ışıkta görmek sizi büyüler. bin yıllıkmış gibi görünen binaların yanına tezat olurcasına yeni bir hava hakimdir arnavutköy'ün arka sokaklarına. ıssızdır, sessizdir ama korkmazsınız. sokak lambaları yoldan çok şeyi aydınlatır orda. sarmaş dolaş kediler görürsünüz duvarlarda. dik ve karanlık merdivenler görürsünüz, ürkersiniz. arada köpek havlamaları da tırsıp yerinizde sıçramanıza sebep olur, kendinize gülersiniz. karanlıktan korkmadıkça, ıssızlıktan da korkmazsınız. ama bir köpek havlaması, bir araba farı yerinizde sıçratabilir sizi. merdivenlere oturup orada kalmak isteyebilirsiniz, gece boyunca, o hafta boyunca, ya da bir ay boyunca. kendinizi bile dinlemezsiniz o sokaklarda, zaman durmuştur sanki, o kadar uzaksınızdır tüm dünyadan. o yüzden fazla güzeldir arnavutköy'ün ara sokakları, soyutlanmak için birebirdir.
bir de tam ayrılacağınız sırada bir manzara çarpar gözünüze, korkmadan dalarsınız bir köşkün sınırları içine. çünkü denize sıfırdır ordan bakılınca dünya, bir adım atsanız sanki asya kıtasındasınızdır, ama bir o kadar da uzaksınızdır aslında, yukarlardasınızdır. hayran olarak bakarsınız geceye, ayışığına aşık olursunuz boğaz'a karşı. gece bitsin istemezsiniz, saatler aksın istemezsiniz. diğer her yer çirkin görünür gözünüze oradan bakınca.

yazık ki, bir gece manzarası fotoğrafı bulamadım arnavutköy adına. üzüldüm, o şirin evleri, dar, çıkmaz sokakları, 4 hatta 5 yol ağızlarını gösterebilmek isterdim. ya da ben göstermeyeyim, kendiniz gidin görün zaten. bir masal da siz yaşayın orada. benimki çok güzeldi.

22 Temmuz 2010 Perşembe

bayramoğulları

tamam itiraf ediyorum, ilk bir kaç gün baya özgür, rahat hissettiriyor da, hiç gerekmez. yerim öyle duyguyu, çok özlüyorum ya.
anne,baba, olur da okursanız bozulmayın ama en çok kardeşimi özlüyorum. evet. hayatta anlaşması en zor iki kişi de olsak onunla, o benim canım yahu, ölürüm ben ona. o şimdi totosunun keyfine bakıyor, benim orada olmak için delirdiğim, hayallerini kurduğum kuşadası sahilinde koşarak denize giriyor, geceleri bira içip kız kesiyor, dayımla yengemle, kuzenlerimle tatil yapıyor. kıskandırıyor beni arada mesajlarıyla, ama ben seviniyorum onun için. zor bir sene oldu çünkü ona, 15 yaşında lise1 öğrencisi ergenlikle boğuşan genç bir erkek, bütün sene aksatmadan gittiği voleybol antrenmanları ve kız arkadaşı. evet, ihtiyacı vardı tatile benim canım kardeşimin. ama yeter ya, gelsin. çok özledim çünkü. sadece haftasonu için gittiğim evimde onun yokluğu o kadar can sıkıcı ki, o sessizlik öyle bir delirtiyor ki beni, evde durasım gelmiyor.
annecim izmir'de, kendi anneciğinin yanında. onun da çok ihtiyacı vardı buna, mutluyum onun adına. ama o orada annesinin kuzusuyken, ben burda onu özlüyorum. haksızlık. ben de annemin, anneannemin kucağında şımarıklık yapmak istiyorum, midterm kasmak değil.
babam her zamanki gibi çalışıyor, ama eve geldiğinde onu karşılayan kimse yok şimdi. bu fikri aklıma getirmemeye çalışıyorum, aır geliyor, sinirimi bozuyor çünkü. ama o da katılacak eşine ve oğluna, beraber kuşadasında tatil yapacaklar. ben de burada karın ağrılarından ölücem. evet ölücem, kıskançlıktan ölücem. aman, içlerine sinsin, güzel güzel dinlensinler, eğlensinler de, ben onlarsız burda kalamam. kendimi ekonomiye ve matematiğe adayacağım gerçi, bari burda kalmam bir işe yarasın diye. ama bir daha yaz okulu mu, tövbeeeeeee.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

cennet

bize cennet nedir deseler, orayı işaret ederdik.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

final

herşey istediğim gibi mi gidiyor ne bu dünya kupası adına?
nazar değdiririm ben hep kendime, konuşmak istemiyorum da,
bilmem kaç atar dedikleri almanya, ispanya karşısında çırpınıyor şuanda!
çıldırmış almanlar, saldırıyorlar.
ispanyollar sağlam, soğukkanlı.
finale koşuyor ispanyollar.
portakalların karşısında durmaya hazırlanıyorlar.
üzgünüm şeker ispanyollar, aşkımız buraya kadar.
çünkü finale gelmenizi istesem de, portakallar'da gönlüm.
evet, şimdi hollanda-ispanya finali.
herkes mutlu, ben bayyya mutluyum.
bugün inanılmaz bir gün!
Hup Holland Hup!
Jup Holland Jup!
Jupiler'le sarhoş olarak kutlamayan ne olsun şampiyonluğu.
hadi portakallar, son engel ispanya!

7

merhaba. bugün 365 günün ikisini tarihten silip, başka bir günü doğum gününe dönüştüren gün.
3 yaşındayız bugün biz.
emeklemeden koşan, gözleri dolmadan hıçkıran, gülümsemeden gülme krizi geçiren bir kafayız biz.
kızan, bağıran, hırçın bir nesiliz.
yoğunuz oldukça, içimize atamayız, pat diye söyleriz.
çoğu zaman sonuçlarını hiç düşünmeyiz biz.
yanlış olduğunu bilsek de, biz öyleyiz işte.
bazı kapıları hiç kapatamayız biz.
anıları atamayız, fotoğrafları yakamayız.
şarkıları unutamayız, mesajları silemeyiz.
al mektuplarını, ver mektuplarını bize göre değildir.
biz hep ileri adım atarız, yalnızken yanımızda olduğunu hayal ederiz.
sokaklardan bilerek geçeriz, yolumuzu değiştirmeye kasmayız.
ağlamaktan utanmayız hiç, kahkaha da atarız sık sık.
hatırlarız, unutmak da bize göre değildir.
içeriz biz çok, ne istiyorsak tersi için içeriz.
gülmek isterken ağlarız, ağlayalım derken güleriz.
yol ayrımlarında içimiz burkulur bizim.
ayrı pastaları üflemeye ciğerimiz yetmez.
telefonumuz aynı çalar hala bizim.
telefonlarımız da değiştirmeyiz biz.
bizim aklımız hep başka yerlerdedir, kafamızı toplayamayız asla.
herkes bize kızar, bizi kimse anlamaz.
biz herkese güler geçeriz.
bizi dünyada anlayan birinin olduğunu biliriz hep.
takmışızdır biz 7ye.
yıllardan 7dir, aylardan 7.
günlerden de 7, saat de 7 oldu mu,
biz balözü'ne koşarız.

6 Temmuz 2010 Salı

bu gece

bu gece nasıl geçer bilmediğimden, melis'e sığındım. saat 12 olmasın, 6temmuzda kalalım falan. ne gerek var ki ilerleyen günlere? zor zamanlar üst üste gelmemeli kimsenin zamanında. geliyorsa da, aynı durumda olan bir dostla bitişip paylaşılmalı. evet, melis. iyi ki var melis. bu gece melis'le geçer geçse geçse.
ps: i love you
ne güzel filmdi yahu.
o değil de,
ps: kapatıcım olsaydı su çiçeği lekemi kapatırdım bugün. göresim yok onu.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

3 sene önce, 3 temmuz

3 sene önce 3 temmuz. hafızam beni asla yanıltmaz. gondola mı binsem, korku tüneline mi şimdi. bilemedim.

edit: ''gözlerini kapat, daha kolay oluyor.''
2: bırakmak olmaz, ya düşersen..
3: çarpmayız ki hiç.. uçağa bineriz en kötü..
4: durdursan ya zamanı yine..

3 Temmuz 2010 Cumartesi

VUVUZELA CUP yahut WAKA WAKA EH EH

önsöz: 'yahut' orada tıpkı vatan yahut silistire romanının ismi için, vatan ve silistire sözcükleri arasında karar verememiş namık kemal'in yaptığı gibi, seçim yapamamış destine'nin ikisinden de vazgeçmemesi için bulunuyor.


tahminime göre ispanya'nn (gerçekten yüksek olasılıkla) galibiyetiyle tamamlanacak çeyrek final maçını izlerken artık yazmalıyım dedim. öncelikle kulaklarımda yaklaşık bir aydır default olmuş vuvuzela sesi ve sonra içimde gittikçe büyüyen hollanda sempatisiyle dünya kupasının büyük takipçilerindenim. seviyorum futbolu, seviyorum tribündeki insanların heyecanını, ateşini. ama en çok da bu festival havasını seviyorum. 2008 yazını benim için eşsiz bir bayrama çeviren, dünyamı döndüren adam kadar çoğu maçını onunla izlediğim Avrupa Şampiyonası'ydı. sabahtan çıkardık evden, bütün gün caddebostanda maç seyrederdik. türkiye maçlarından sonra turlar atardık caddede, kırmızı beyaza boyanmış coşku dolu caddenin güzelim insanlarının tadını çıkartırdık. dünya kupasına katılamamış olmamızın (tekrar sağol fatih terim) acısını ilk günden beri yaşamakla beraber, bu kez kendime random değil, ya da favori olduğu için değil, tamamen belirli sebepler yüzünden destekleyeceğim bir takım seçmiştim. hollanda tabii ki. evet, portakallar zaten çok sempatik, bütün dünya biliyor falan da, ben hollanda insanının sempatikliğini SF sağolsun bizzat gözlemledim. 9 hollandalı ile geçirdiğimiz bir hafta sonucu onları o kadar sevdim, o kadar benimsedim ki, şimdi türkiye'nin yer alamadığı bu festivalde hollanda'nın her başarısını coşkuyla karşılıyor, ona sevinip mutlu oluyorum. mesela dün, brezilya karşısında kimse şans vermiyordu hollanda'ya, fakat ben çok içten inanıyordum hollanda'nın sambacılara çalım atacak durumda olduğuna. ki öyle de oldu, beklenenin aksine, brezilya'nın hüsranıyla sonuçlandı dün. bugün ise yine bir favori, arjantin veda etti yarışa. tamam, almanya bayyaa iyi de, arjantin yani, hani messi falan, bilirsiniz, çıldırıyor ya insanlar, ondan. konudan sapmayayım, demek istediğim sürprizler oluyor her gün, ama neredeyse her maç, benim içimden geçirdiğim, şöyle olsun dediğim şekilde bitiyor ve hollanda'nın en sonunda da gülen taraf olacağına olan inancımı gitgide arttırmakta. olmasa bile, yaz sonu planlarımı süsleyen turum için ilk 4ü garantilemiş bir ülke seçmiş olmam, orada yaşayacağım coşkuyu arttıracak, buna eminim.

portakallar dışında, dünya kupasına damgasını vuran bir diğer olay, vuvuzela tabii ki. vuvuzela nedir diye başlayan tartışmalar, arı kovanı yorumları, ilk başlarda irite ede ede bir hal olan bu çalgımtırak yaratığın sonradan kulaklarımıza ettiği eziyetin default olması ve neredeyse zaman zaman farkedilemez hale gelmesi.. evet, hala delirtiyor beni maç sırasında spikeri ve tribünlerin çıkmakta baya zorlanan insani seslerini bastıran vuvuzela fakat alıştım da ona, bir an kesilse eksik hissediyorum, o kadar. vuvuzela'yı ilk üreten adamın köşeyi dönmüş olması sizi yanıltmasın, afrika'daki dünya kupası'dır o adamın hayatındaki dönüm noktası, afrika halkıdır ilk kulaklarımızı mahvetmeyi aklına koyan, deplasman takımlarının ilerideki kabusudur ayrıca bu vuvuzela, hayırlısı.

bir de waka waka eh eh.. değerli şakira'yı zaten severiz beğeniriz, ama ne güzel şarkı yapmış ablam öyle! insanın içini kıpır kıpır ediyor, ayağa kalkıp o komik ama aşırı eğlenceli hareketleri tekrarlayası geliyor insanın. cos this is africaaa diyor şarkıda, öncesini anlamadan bağıra bağıra söylüyorsunuz. melodisinden, ingilizce sözlerine (üzgünüm latince bilmiyorum) klibinden dansına herşeyiyle harika olan bu şarkı için ablamı kutluyor, dünya kupasına bir damga vuran da sendin demek istiyorum ona..

ispanya galip bu arada, maça dönmek istiyorum. sizi de waka waka ile başbaşa bırakıyorum. tsamina mina eh eh waka waka eh eh!