Tam olarak 3 yıl, 5 ay, 29 gün geç kalınmış bir veda edeceğim.
Neden şimdi bilmiyorum, bugün biraz hüzünlü bir ruh halinde olduğumdan belki.
Belki anneme biraz kırgın olmamdan, belki beni anlamayan herkese sitem etmek istememden.
Bu kadar zaman sonunda, ilk arkadaşıma veda edesim geldi, belki de hiç bir sebebi yok.
Henüz ayrılık olduğunu idrak edemediğim bir ayrılık yaşıyordum, dönüşü var sandığım. 8 yaşımdan beri arkadaşım olan Dilara'nın büyük bir acısına ortak olmaya çalışıyordum, acıların paylaştıkça azaldığına olan inancım henüz kuvvetliydi. Okulumdan yeni mezun olmuş, iş aramaya başlamama yalnızca bir kaç hafta kalmıştı. Hayatımın en hızlı ve radikal değiştiği günlerde sanıyordum kendimi, tepetaklak olmak üzere olduğundan haberim yoktu.
Bambaşka bir haldeydim. Aklım kaç karış havadaydı sahi? Ayrılığı kabullenemediğim dakikalar, aklımda yalnızca adamın biri, ne olur ne biter düşünerek, elimde telefon uyuyakalmıştım gecenin bir yarısı, Bodrum sıcağında. Her gece yastığa başımızı koyarken, gece bıraktığımızdan daha iyi bir dünyaya uyanacağımız umuduyla yumuyormuşuz gözlerimizi, ertesi sabah öğrenecektim.
Annemin ağladığından eminim, babam da ağlıyordu galiba. Kavga mı ediyorlardı? Birine bir şey mi olmuştu? İzmir'de herkes iyi miydi, kötü bir haber mi almışlardı, umarım almamışlardır diye düşünüyordum geceden kalma gözlerimi zar zor açmaya çalışırken. Yataktan kalkışım, yanlarına gidip "ne oldu??" dehşetim, babamın yaşlı gözleri ve çaresiz kafa sallayışı, hepsi bir kaç saniye, ve bir kaç ömür uzunluğundaydı.
Sadece adını söyledi. İlk arkadaşımın. Başka bir şey söylemesine gerek yoktu olduğum yerde çökmem için. Anlamıştım.
Hayat sandığımızdan da enteresan. Sonsuza kadar kalacak sandığımız şeyleri öyle ani, öyle sert alıyor ki ellerimizden, ne şaşırmaya, ne öfkelenmeye, ne itiraz etmeye vakit bulabiliyoruz. Kalakalmak diye bir fiil iyi ki var güzel dilimizde, kalakalıyoruz. Ben o duvar dibinde kalakaldım, bir kaç yıldır da bir parçam hala o duvar dibinde sanki.
Anlatamayacağım, başlarken anlatabileceğimi düşünmüştüm. Veda da edemeyeceğim sanırım, garip, hala hazır değilim. Kolumdaki dövmeye selam gönderip, küçük bir isyan ederek bitireceğim şimdilik. Çünkü kaybetmeyi kabullenmek sandığımdan daha zor. Kendimi kandırmak içinse fazla yaşlıyım.
-Şimdi hitap biçimimi değiştirip, üçüncü tekil şahıstan "sen" demeye geçiyorum.-
Yine de bencil duygularımı bir kenara bırakabildiğim nadir anlarda, mutluyum senin için. Öyle bir kurtuldun ki, varsın ben sana veda edememiş olayım. Hem veda dediğin nedir ki, gittin sandığım anda, rüyamda öyle bir yanımdaydın ki, asla veda etmeyeceğini biliyordum. Demek ki bir kaç dakika içinde bile değişebilen hislerim çok da yanılmıyor bu konuda, veda için geç kalmadım çünkü aslında gerçek bir vedaya gerek yok. Çünkü hissedebildiğimiz kadar yakın, kabullenebildiğimiz kadar uzağız. Ben şimdi seni yanıbaşımda hissediyorum ve inanmazsın, keyfim epey yerinde.
İsyan edecektim? Etmiyorum, ondan da vazgeçtim. Mutlu olduğumu biliyorsun, görüyorsun. Seni çok özlediğimi de. Özlem kelimesinin içini bomboş bırakacak kadar özledim seni, öyle ki yeni kelimeler lazım bu dile sanki, artık ihtiyacımı karşılamıyor. Bir tek şarkı var her dinlediğimde gülümsemeyle ağlama arasında gidip gelen histerik sahneler yaşamama sebep;
it's been a long day without you my friend. and i'll tell you all about it when i see you again.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
söylemeden edemicem..