29 Ekim 2010 Cuma

değişim

bıraktığım gibi kalsın istiyorum bazen herşey.
her zaman değil, bazen sadece.

odamı topladığımda mesela, dağılmasın istiyorum bir süre. sadece bir süre.
ya da basıp gittiğimde yıllar sonra bile geri dönsem yerli yerinde bulmak istiyorum tüm eşyalarımı.
aynı şey değil.

her vurduğumda kırılmasın istiyorum .
çektiğimde kopmasın tüm bağlar.

bitmesin diye her an dua ettiğim şeyler, bitmesin bir kere de.
ya da bitmesi için gözlerimi kapatıp beklediğimde, bitiversin bir seferde.

özlediğimde yanımda bitiversin özlediğim, sıkıldığımda yok olsun.
ama öyle gel dedim gelecek, git dedim gidecek şeklinde değil, kendi iradesiyle.

bir kere değişime uğrasın sapmaya çalıştığım çizgim. kendiliğinden atsın beni yolun dışına.
değişimden kaçtığım kadar içinde olayım hatta, girdap gibi.

ben konudan konuya atlayayım, ama ana fikir değişmesin hikayemde. kalsın durduğu yerde, öyle kalsın.

ben mantığını çözdüğüm an değişsin mesela işler, anlamlandıramayayım. basit olmasın hep bu kadar, zorlasın beni, yorsun.

gidenler geri dönmesin, kalanlar gitmesin. ben kovduğumda gitmesin. ben çağırdığımda da gelmesin. 'kovmayayım' ya da 'çağırmayayım' değil. ben yapayım, onlar uymasın bana.

kırdığım parçaları yapıştırdığımda izi kalmasın bir kere de.
ya da kırılan parçalarımı eksiksiz birleştirme şansım olsun.

*dünyaya bir kez daha gelirsem, ikizler olmayayım. bu dengesiz ruh halleri beni öldürüyor.

28 Ekim 2010 Perşembe

can ciğer, ilkokul arkadaşları

öyle facebook'tan bulduğumuz cinsten değil. henüz 7 yaşında badi badi tiplerken; arkadaş olmak ne demek onu bile bilmezken edindiğimiz arkadaşlar. ilkokul arkadaşları, ilk arkadaşlar. ilk sırlar, ilk hoşlandığın çocuk hakkında konuşmalar. ilk. adı üstünde işte, ilk.

benim için gerçekten bulunmaz hint kumaşı onlar. çünkü beni 15-20 yaşımda tanıyan insanlardan daha çok halimi, en basitinden daha çok yaşımı, daha çok yaşantımı görenler onlar. ölümle tanıştığımda yanımda olanlar. ilk acılarımızı beraber yaşadıklarımız. ve gün be gün büyümelerine şahit olduklarım, büyümeme şahit olanlar. beraber bakarız fotoğraflara. 7 yaş, 10 yaş, 12 yaş, 16, 20.. hep beraber büyümüşüz, elele atmışız adımlarımızı. hep arkasında durmuşuz birbirimizin. her yıllıkta yazımız, her albümde fotoğrafımız olmuş. anılar dolmuş, 20 yıllık hayatımızın 14ünü beraber geçirmişiz. birikmişiz, biriktirmişiz. bir bakmışız bizim en değerlilerimiz, en kıymetlilerimiz onlarmış.

şanslıyım. berhan var, naz var. mehmet, uğur var. alp var, öykü var, hasan var, burcuhan var. zeynep var cenk var doruk var. ilk ilkler onlar, hep kalacaklar onlar. mutluyum, ben de onlar için varım, kalacağım.

14 Ekim 2010 Perşembe

melis


balözü demek, kelime anlamıyla.
canının parçası demek, benim sözlüğümde.

neden bugün, neden şimdi, sebebi basit aslında. bir kaç dakika önce skype mucizesi sayesinde yüzünü gördüm hanımefendinin. 1 ayı geçti çünkü görüşemiyoruz, malum erasmus maskesini takarak üstüne, dünyayı dolaşıyor kendisi. özlüyorum, doğal. zaten ben onu dormda kalırken de özlerdim. ben evde, o dormda, özlerdim yani. arada gelir 4-5 gün bizde kalırdı, öyle bir alışırdım ki, evden gittiği anda sanki koskoca evde yapayalnızmışım gibi hissederdim. kuşadası'na benden önce giderse ya da oradan benden önce dönerse, yine sudan çıkmış balık moduna girerdim. boğaziçi onunla anlam kazandı, onun yanına gitmek oldu boğaziçi'nde okumak. aynı kampüste olmak bile ayrı bir mutluluktu çünkü. dünyanın en zevksiz insanı da olsa, en azından arada mükemmel seçimler yapıyor, evet burada kendimi övüyorum başka kimseyi değil. çünkü öyle bir buldu ki beni, agresifliğimi yatıştırmasından, derdimi unutturmasına, kahkahalarımı paylaşmasından, içimi okumasına kadar, her mucizevi özelliğiyle daha da büyük parçam oldu benim. teşekkür notumda yazdığım gibi, 'ben' oldu o.

şimdi yüzünü görünce ekranı parçalayıp yanına gidesim geldi. ve zaten italya'ya ona gitmek isteyen ruhum, şimdi yerinde duramıyor, bedenime sığamıyor. nasıl bir yolunu bulurum da italya'ya giderim, onun planlarındayım şuan.

ve biliyorum, bu gece yine 1buçuk kişilik yatağında onun yanında uyuyacağım, hatta gecenin bir yarısı uyandıracak beni çünkü yine bilinçsizce ayağımı üstüne atmış olacağım.

ps: yılbaşında sensiz olmam kızım, bütün yılı sensiz geçirme gibi bir planım yok bilesin.



11 Ekim 2010 Pazartesi

ikinci lunapark faciası


yıllardan 2007'de gittiğimizde, onun kabusu gondoldu. iç organları dışına çıkıyor gibi hissettiriyordu.
gözlerini kapatıyordu, daha kötü olur diye açmasını söylüyordum.
yıllardan 2010 olduğunda kabusu street fighter oldu. gayet efsane bir oyuncak olmakla beraber, midesi yine ona sorun çıkarttı. biz ikinci tura dönerken o bizi aşağıdan izlemeyi seçti.

ama hani lunapark direk 'o' ya, aşağıda olması farketmezdi, deli deli dönerken bile işaret parmağım otomatik olarak ona gidiyordu.

ayrıca gerçekten mükemmel, binilesi bir oyuncak bu street fighter. ben çok eğlendim. 5 tur olsa dönerdim.




10 Ekim 2010 Pazar

üstad

beni koyup gitme ne olursun..

an gelir ömrünün hırsızıdır her ölen pişman ölür..

ikimiz sanmıştık ki tek kişilik yalnızlığa bile rahatça sığarız..

belki haziranda mavi benekli çocuksun..

kimi sevsem sensin, senden ibaret..

yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin..

sıram geldi mi hatta güleceğim..

hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı..

özgürlük dediğim yerde demirledim..

bir kere doğmuşum ölmek yasak..

yabancı bir şarkı gibi yarım, yağmurlu bir ağaç gibi ıslak..

böyle bir sevmek görülmemiştir..

elimden tut, yoksa düşeceğim..

yalnız bir mısra mıyım ıslanıyorum, bir revolver romanımı tamamlıyor..



hepsi ve daha nicesi.. ezbere bildiğim her kelimesi, hecesi. aldığı her nefesle ilham veren, okuduğum her satırında içime işleyen müthiş kalem, duygu seli, büyük üstad.. o öleli 5 yıl oldu bugün.. aydınlatamıyor karanlıkları artık kelimeleriyle. yağmurdan kaçıyor, yasak sevişiyor, ne kadınlar seviyor, ama artık soluk alıp vermiyor aramızda. Attila İlhan, ama şiirleriyle sonsuza kadar yaşayacağı için ölümüyle bile bitirmiyor ders vermeyi, ilham vermeyi, sevmeyi öğretmeyi. yukardaki tüm mısralar her biri ayrı bir şaheserinden olsa da, benim için en özel şiiri her zaman Üçüncü Şahsın Şiiri olmuştur. kim bilir, belki ilk ezberlediğim şiiri olduğu için, belki henüz ortaokuldayken çocukluk aşkım bana yazdığı için, ya da cengiz hocamın favorilerinden olduğu için. bilmem.. ama işte o,


gözlerin gözlerime değince,
felaketim olurdu, ağlardım.
beni sevmiyordun,bilirdim.
bir sevdiğin vardı, duyardım.
çöp gibi bir oğlan, ipince
hayırsızın biriydi fikrimce.
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım.
felaketim olurdu, ağlardım.
ne vakit maçka'dan geçsem,
limanda hep gemiler olurdu.
ağaçlar kuş gibi gülerdi.
sessizce bir cigara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin, bakardın
üşürdüm, içim ürperirdi
felaketim olurdu, ağlardım.
akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın..
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi.
hele seni kollarına aldı mı..
felaketim olurdu, ağlardım.

..

bomboş bir yer

son günlerde en çok kalbimi kıran görüntü.. ben çekmedim tabii ki, kuşadası'nı en son terkedenlerden biri çekmiş. içim acıdı. çünkü neredeyse 10 yıldır her yaz tıklım tıklım gördüğüm bir yer burası, gecenin bir yarısı tutan alman krizimi dindirdiğim yer, saatlerce batak oynadığım, yaş ortalamasını düşürdüğüm yer. ada hayatında en çok sevdiğim yerlerden biri, en sevdiğim insanları hatırlatan bir yer. ve maalesef izmir ya da çevresinde yaşamadığım için asla eylül sonları, ekim başları göremedim ben kuşadası'nda. bunun hüznü fazla diyordum, düşündüm de, bu güzelim yerleri böyle terkedilmiş görmek daha çok yakardı canımı, fotoğrafı bile dağıttı beni..