30 Eylül 2012 Pazar

Declaration of Dependence

To me, the title, Declaration of Dependence, suggests that the album is about the relationship between the two of you.

"Well, it does reflect the situation of the band. But, it's about the fact that we're two very different individuals, living very different lives, yet there's this bond between us, this musical bond, that we have to acknowledge."



Eirik Glambek Bøe 2009'da çıkardıkları albümle ilgili röportaj verirken bu cümleleri kullanıyor albüm başlığıyla ilgili. Herkese yapacağı gibi, bana da "Declaration of Independence" ı anımsatmıştı ilk. Sevgili Mazzari sayesinde oldukça detaylı öğrendiğim Amerikan tarihinde fourth of july'ı bağımsızlık günü yapan bildiri. Önemli değil. Bu adamlar, Eirik ve Erlend Oye, birbirlerine "bağlılıklarını" ilan ediyorlar bu albümle, ben de aynen bunu düşündüm..

Konsere gitmeden evvel biraz hazırlık yaparım hep. Bir kaç röportaj okur, konserlerinde seyirciden beklediklerini bulmaya çalışır, kıyafetimi bile yaptığım hazırlık sonucu seçerim çoğunlukla. Bu konser, Kings of Convenience konseri, beni aylardır öylesine heyecanlandırıyordu ki, unuttum tüm bildiklerimi, eli ayağına dolaşmış çocuktum sadece. 

Kaan tanıştırdı beni bu genious adamlarla. Ben başka bir yerde, başka bir zamanda sanıyordum ama hafızası benden iyi, Ayvalık'ta, daha o rum evine adım atar atmaz, şöminenin karşısına oturduğumda tanışmışım. Ama ilk hangi şarkıyı duyduğumu iyi biliyorum. 24-25.. Declaration of Dependence albümünden. İkinci kısmının sözleri şöyle başlıyor, "what we built is bigger than the sum of two." Eirik'e bu da sorulmuş röportajda.


That what you've "built is bigger than the sum of two"?

"Well, yeah, that could be about the band. But it's actually about another person."


Bu şarkıyla Ayvalık'ta tanışmamla başlayan dependence serüvenim beni bugüne getirene kadar zaten fazlasıyla etkilemişti. Kaan'ın çok sevdiği bir şeyi sevemediğimi hayal edemem ya zaten, onun kadar seviyorum hep. O yüzden heyecanımız ortaktı, artan ve gittikçe ısınan bir heyecan. Cuma gününe kadar.

28 Eylül Cuma günü, 23'teki konser için kapılar 21'de açılacaktı. Yeterince "high" olmadan gidemezdik ya, oldukça fazla bir şekilde gittik. Kimse yoktu sırada, önümüzdeki bir çocuk dışında. Çorlu'dan gelmiş, tek başına, sadece konser için. Tüm konseri telefonuyla videoladı ve her ama her şarkıyı baştan sona ezbere söyledi. 19 yaşındaymış, Galatasaraylıydı bir de, ama adını sormadım nedense.

Kapılar açıldığında haliyle içeri ilk giren insanlardandık ve sahnenin tam ortasında en önde durduk. Babylon'u bilenler sahneyle seyircinin yakınlığını iyi kestirecektir, resmen Eirik ve Erlend ile "elele gözgöze" mesafesindeydik. Tabii konsere 2 saat olduğu için, yere oturup biraz enerji topladık, zaten yüksek olan ruhlarımızı iyice hazırladık yaşayacakları ziyafete. Ve Erlend sahneye geldi. 123'ü takdim edip gidene kadar yerde oturan herkes ayaklanmıştı zaten. 123'ü dinledik, sevdik de, fakat hemen gitsinler istedik tek sebebi de artık sabredemememizdi. 

Sonra geldiler. Önümüze, dibimize geldiler. Ne zaman kafamızı kaldırsak gözgöze olduğumuz saatler başladı sonra. Bizim yüzümüzdeki neredeyse salak gülümsemelere sımsıcak cevap verdiler, "sizi anlıyoruz" bakışıyla. Arada çıldırıp dudaklarımı ısırıp gözlerimi kıstığımda genelde Eirik olmak üzere, ikisinden de tatlı göz kırpmalar aldım, beni daha da çıldırttı bu tabii.

My Ship Isn't Pretty ile başladılar, Cayman Islands geldi sonra. Elbette sıralamayı hatırlamıyorum, isterdim hepsini sırayla yazmak ama en önde olunca telefonunu çıkarmaya utanıyorsun, adamlar gözünün içine bakarken. Sadece 1 kere çıkardım telefonumu ve ikisinin de birer fotoğrafını çekip koydum tekrar çantama, onları gördüğüm açıyı unutmamak adına. Me In You, Homesick, Misread, Mrs. Cold, Failure, 24-25,  I Don't Know What I Can Save You From gibi bilinen ve sevilen şarkılarını hep bir ağızdan söyledik. Sanırım en iyilerinden biri Know How 'a eşlik edişimizdi. Şarkı bitince, "Thank you for singing Feist's part." diye takdir bile aldık. 

Sonlara doğru, 123'ü davet ettiler sahneye, ve bizi zıplatan şarkılar başladı. Önce Boat Behind geldi, şarkının nakaratını elbette seyirciye bıraktılar. Tempo tuttuktan, parmak şıklattıktan sonra, 123'ün solistinin de katılımıyla I'd Rather Dance With You başladı, Erlend solistle birlikte tepiniyordu, biz de yerlerimizde. Şunu da eklemeliyim, Eirik çok cool duruyordu, esprileriyle, sıcak ama cooldu yani. Tarzdı. Sakalları ve uzattığı saçları ona çok yakışmakla birlikte, olgun bir hava da katmış, beklediğim gibi bebeksi değildi. İyi ki de değildi, daha fazla heyecanlanmayı kaldıramazdım. 

Bu şarkıyla konseri bitirip, bize veda edip indiler elbette bis için döneceklerdi çünkü yanlış hatırlamıyorsam 4 dakika falan hiç durmadan alkışladık. Çıkıp Big Star 'ı çaldılar ve ardından Eirik'in söylemiyle Rule My World 'ün remixine remix yaptılar ve böylece konser bitti. "Sessiz Konser" in nasıl muhteşem bir deneyim olduğunu göstererek bitti, sanatçıların gözünün içine bakmanın, soft müziği hiç zorlanmadan duyup ayırt etmenin yarattığı büyülü dünyayı hatırlatarak. Arkasından düşündükçe, keşke Winning A Battle, Losing The War, The Girl From Back Then ve The Build-Up da çalsaydı, dedim dedim ama, bu bana eksik hissettirmedi. Sadece 24-25'ın çalması bile bizi yeterince tamamladı zaten.

Konserden çıkıp Babylon'un karşısında yere atabildik kendimizi, etkisinden kurtulmamızın uzun zaman alacağını bildiğimiz saatleri ve duyguları içeride bırakamayıp yanımıza alarak. Yüzümüzde bir dinginlik ifadesi, dünyayı umursamazlık ve sonsuz mutluluk. Her melodisinin içine işlediği böyle çok konser yaşayamaz insan. Şanslı sayıyorum bizi. Bir daha gelin, diye bağırdık arkalarından tabii ki, şimdi bir daha gelecekleri güne kadar anılarımızı taze tutmak adına not ediyorum bunu.