31 Aralık 2009 Perşembe

2009 !

31 aralık gelmiş çatmışken, bir sene dökümü yapmaya niyetlendim. neler aldı bu yıl benden, neler getirdi bana.. ne kaybettirdi ne kazandırdı ne sevdirdi falan filan.
-kadıköy anadolu mezunu yaptı bizi lanet yıl. martı ünvanımızın önüne mezun sıfatını ekleyiverdi. yuvadan uçurdu, yuvayı özlemeyi öğretti..
-1o yıllık hayali gerçek yaptı güzel yıl. boğaziçili olduk sonunda.
-zamanın en hızlı geçtiği yıl oldu 2009. 1 ocak 2009u dün gibi hatırlamak çok normal mesela. sapphire de unuttuğum 1 saatlik yepyeni şapkamdan gidip bir tane daha almamız falan filan.
-biraz fazla büyüttü beni 2009. sağlam bir ayrılık çok fazla şey öğretiyormuş adama, olgunlaşıyormuşsun falan.
-hepimizin babası, fahrettin amcamızı aldı bizden 2009. sevmiyoruz seni, defol git bit artık. sen hep burdasın aslında fahri amcam, hep aramızda.
-güzel insanlar kattı hayatıma bu yıl. özellikle yaz ayları. çok sevdim onları, bazıları biraz üzdü beni yine, ama alışığım artık, büyüdüm büyüdüm işte.
-çok tuhaf bir uçak yolculuğu serisine giriştim. otobüse binmeyi özledim.
-bir kaç saat için çeşme'ye gitme çılgınlığını da yaptık bu yaz, jack ve omarla çok eğlenmiştim.
-baskete döndüm bu sene! yihu.
-tiyatroya başladım yine bu sene, tekrar.
-özlemeyi öğrendim, biraz sakinleştim, agresifliğimi bir yerlere kapattım.
-çook güzel diziler kattı bir de bana 2009. sayamam bile.
-şimdiiii, veda ediyorum 2009a, 2010 nasıl olacak bakalım, 10lulara geldiğimize inanamıyorummmmm. bu seneden beklediklerim falan yok ama, herşey güzel olsun herkes için şimdilik tek dileğim..

29 Aralık 2009 Salı

dizi-film

volkan baya takılır bana hatta eleştirir bu huyumu, neymiş, hiç film izlemiyomuşum da hep dizi dizi izliyomuşum. yalan mı değil. amaaa ben buna çok hoş, karakteristik bir analizle geldim. sebebim var yani. duygusalım abi ben. alışıp hemen vazgeçmekten hoşlanmıyorum napiyim. kısacası, 2-3 saatlik bir şölen ve arkasından sonsuz sessizliktense, 40 dakikalık bir tatmin ve devamının geleceğini bilmenin getirdiği güven duygusunu tercih ediyorum ben. evet. filmler mükemmel kabul. çoğu zaman kendinden geçirir adamı, romantikse ahhhh dedirtir, korkuysa gerim gerim gerer, aksiyonsa vay anasını herifler neler yapmışlarlara sebep olur, dramsa ağlatır sızlatır falan. ama noolur? max. 3 saatte terkeder seni. ööyle bir elinde kumanda bir elinde yediğin abur cuburun boş kasesi, kalakalırsın. hele bir de çok sevdiysen filmi, bitmeseee dediysen.. perişanlık, felaket. ama bak benim sadık dizilerim öyle mi? 1 sezon bile olsa, beni uzuun süre bırakmıyor. söz veriyor bana eğer ben onu istersem sonuna kadar benimle kalacağına dair. ve yıllarca sürüyor bazen aşkımız. tree hill mesela, sanırım 5 yıldır falan benimle. lost.. al ona da bir 4 sene. heroes mu dersin dexter mı, yanımdalar hep. elimin altındalar birbirlerini kıskanmıyorlar, hangisini önce izlediğimi takmıyorlar. ve bit-mi-yor-lar. arada bir ufak tripler atıp bir süreliğine yok oluyorlar belki ama hep devamı geliyor. evet ben bu sürekliliğin verdiği güven duygusuna bayılıyorum ve onu iki üç saatlik bir film için terketmeye hiiiç niyetim yok. kusura bakma volkan, dizilerimi seviyorum. onlarsız olamam. affet.

one tree hill. ben de böyle bi aşk bulucak mıyım ya offf bana daaaaa cinsi.
lost. ben adama kafayı yedirtirim, izlemeyin beni (şaka yaptım izleyin) cinsi.
dexter. ben de mi katil olsam cinsi. her katil bu kadar iyi ve seksiyse..
heroes. hadi biraz gerçek dünyadan kopalım cinsi.
flash forward. kendime güveniyorum benden çok sevdiğin bişey yok cinsi.
prison break. ahh michael, ahh zeka, taşım, mahkumun olurum cinsi. -bitti, çok ağladım ulen-
how i met your mother. 20 dakkacığım zaten, benden bir milyon tane izle, sıkılmazsın ki cinsi.
gossip girl. boşum, canın sıkıldıkça iyi çerez olurum cinsi.
trueblood. beni sevgilinle izleme, onu ısırmak isteyebilirsin cinsi.
fringe. lost mu hıh bak ben daha fantastiğim cinsi.
scrubs. yıllar geçer ben geçmem cinsi.
south park. çizgi film tutkuna da ince espri arzuna da iyi gelirim cinsi.


daha var heralde, bende bu dizi aşkı oldukça listem bitmez de, şimdi hangisinden bi bölüm patlatsam diye düşündüğüm için sıralamaya devam edemicem.

kaybedicek hiç bişeyin yoktu..

sen bilmiyordun ama aslında kaybedicek dünya kadar şeyin vardı. ahh balözü, gece saat 2buçuk olmasa şimdi çıkar sana doğru ağır ağır yürürdüm, tam ucundan durup görkemli L şekline bakardım, sokaktaki yerimde oturup bir sigara yakardım, sonra söndürürdüm, hazırlığa dönerdim. anlatmak istediklerimi sana anlatırdım. oysa anlatıcak ne kadar çok şeyim vardı bu gece sana. nasıl da ihtiyacım.. neyse, yarın kollarındayım balözü. -35 ya da dilara, gökhan kaçamakları için değil. destine ruh hali için. kendim için. yüzde yüz bencilce gelicem yarın sana. onun haberi bile yok, kaybedicek çok şeyi var. sana onları anltıcam. azıcık yağmur saklar mısın bana? ya da o sonbahar yapraklarından kalmış mıdır biraz? şöyle tek tük olsa da olur, özledim sadece..

22 Aralık 2009 Salı

bir elmanın iki yarısı(mı)yız.


bilmiyorum daha güzel bir fotoğraf olabilir miydi bu saçmalık adına. biraz kendimi buldum bunda, ne kadar çabaladığımı gösteren bir kanıt belki de. sana uymayan birşeyi aslında o kadar çok istiyorsundur ki, sana uyması için herşeyi yaparsın, hatta onun sana uyduğuna inanmak da buna dahildir. çünkü işte tıpkı bu elmada olduğu gibi, dışardan bakmıyorsundur. o yanında, bağlarınız sağlam (!) dır. halbuki bir saniyeliğine dışardan baksan, tamamen farklı renklerde, farklı şekillerde olan bedenlerinizin bir arada durabilmesi için ne kadar yapmacık ve acı veren bağlara ihtiyaç duyduğunu göreiblirsin. delikler açarsın böyle vücudunda, o ipleri geçirebilmek için. tabii onun da vücudunda delikler açarsın çünkü sizi bağlayan ipler ona da sımsıkı geçirilmelidir ucundan kayıp gitmesin diye. işte böyle bir işkenceyi hem kendine hem karşındakine yaparken hatanın ne kadar büyük olduğunun farkında bile değilsindir. kendini ait hissedersin çünkü, elinde değildir. sanırsın ki o senin öbür yarın ama işte o öbür yarı aslında sana değil, bir başkasına aittir. tıpkı senin bir başkasına ait olduğun gibi. kim bilir, o kırmızı elmanın diğer yarısı nerdedir, ama sen düşünmezsin ki bunu yeşil elma, sen yalnızca körü körüne tutunursun kırmızıya. belki de bu kadar uyumsuz parçaları serbest bırakmak, ne kadar acı verirse versin onu ait olduğu yere göndermek boynunun borcudur. yarın zannettiğin ya da yarın olmasını umduğun, yarın olması için didindiğin parça senden koptuğunda, acının yanında tanımlayamadığın bir his bulursun içinde. adını koyamazsın, konduramazsın yara sıcakken. ama zamanla, o hissi kabullenmek gerekir, rahatlama hissi. evet rahatlarsın içten içe, çünkü sen de acı çekiyorsundur o zoraki birliktelikte. ne kadar onunla kalmak istersen iste, bir kez dışardan gördün mü ayrılığınızı, buna göz yummanın bir yolu yoktur artık. belki daha sıkı tutunursun yarın sandığına, ama istediğin kadar sıkı bağla o ipleri, hiç bir ipin ömrü sonsuz değildir ki. ait olduğunla seni bir arada tutmak için can yakan iplere ihtiyaç yoktur zaten. bir bütünün iki parçasıysanız siz zaten uğraşmanıza gerek kalmadan bir arada kalacaksınızdır. bir elmanın iki yarısı yanyana geldiğinde onları ayırmak için işte çok büyük güç gerekir ki bu her iki yarıyı da yemekten geçer. çünkü onları sonsuza kadar ayrı tutmak için tek şansınız onları yok etmektir. hatta kim bilir, onlar yok oluşta bile birleşirler belki. ama kesinlikle bu fotoğraftakiler değil. onların birleşmesine imkan yoktur malesef. çaba, emek, yalan, inanç, istek, zorlama, aşk, sevgi, dostluk vs. hiç bir şey bu iplerin kopmasını engelleyemez. er ya da geç, kopacaktır o ipler. ne yazık, belki de gerçekten yeşil elma için yaratıldığına inanmıştır kırmızı elma ya da o kırmızı elma yeşil elmayla ''birleştiğinde'' tam hissetmiştir kendini bir anlık, ama nafile. hepsinin kocaman bir aldatmaca olduğunu, hislerin yanıldığını, ya da uzun sürmediğini, elmalardan iyi anlarız biz. kalplerimiz hisseder. ya da hayır, akıllarımız hisseder. hassas kalplerimiz karşı koymaya çalışır belki ama, aklımızı yenemez. (umarım asla kimsenin kalbi aklını yenemez) uyumsuz elmalar, diğer yarılarını bir süre daha aramak zorundalardır.. ve birbirlerini serbest bırakmak zorundadırlar aynı zamanda.

16 Aralık 2009 Çarşamba

oktoberfest

tamam, bu yazının oktoberfestle hiç bir alakası yok aslında, direk olarak yani. gecenin bu saatinde zaten neden oktoberfestle ilgili herhangi bişey yazıym ama şöyle bir durum var ki bazen içine atmak çok da sağlıklı olmuyor. bir gün, iki gün, belki bir hafta.. kendimi susturmayı çok başardım ben. kafamda hastalıklı bir şekilde sıralanan düşüncelere, göğsümü sıkan üzüntülere karşı koymayı da başardım sayılır mütevazılık etmeyeyim ama işte insanız, direncimiz bir yerde kırılabiliyor. günlerdir içime akıtmak zorunda kaldıklarım bugün alakasız bir dizide alakasız bir karakterin oktoberfest hayalini sadece bir kelimeyle bildirmesi üzerine çılgın bir şekilde dışarı akmaya başladılar. aslında çıldırıyorum sandım çünkü kendimi tutma konusunda tam iyileştiğimi sanırken böyle çaresiz savunmasız kalmış olmak biraz fazla canımı sıktı. ne var ki yani kızcağız oktoberfest demişse? ne olur en fazla yani gittin mi sanki hayret bişey dmi. ama değil işte. bir kere hayalini paylaştıysan o yer ediyor öyle ya da böyle. etmiş. farkında değildim sanırım ama düşündüğümden fazla yer etmiş ki gardım düştü bir kelimeyle işte. ve yuttuklarımı kusmak zorunda kaldım. tabii ki mecaz anlamda -ahh gerçekten kustuğumu düşünemem- ama içime atsam mı atmasam mı ikileminde sıkışmışken bu 'içine at' tarafım için tatsız bir yenilgiyle sonuçlanan round oldu. kaybettik kızım, hadi bari bir iki kelime yazsınlar diye izin verdi galip tarafa, ve işte şimdi o kelimeler ortaya dökülüyor. keşkelerden bir demet, aptallıklarla süslü bir ruh hali, amaan hadi ama bu kadar da komik olma bak hava ne güzel camını açtığında burnunun ucunu donduran soğuk seni hissizleştirdiğinde mutlu olmuyor musun mesela ya da rüzgar suratına çarptığında mutlu anlarından biri gözünde canlanmıyor mu? babası ölmekte olan bir dostu teselli etmedin mi bugün, onun acısını paylaşıp, onun kalbini onarmak için uğraşmadın mı? iyi şeyler yapmış olmanın rahatlığı var bugün içimde, biraz da umut o dostluklar adına ama o kadar. güvensizlik her ruh halimin başını çekiyor ve lanet olsun izlediğim diziye, lanet olsun oktoberfest hayalini kurmuş 22 yaşındaki güzel kıza. bence bana bunu hatırlatmaya hakkın yoktu, ne güzel idare ediyordum işte, ne oldu şimdi benim direncimi yıkınca? çook uzakta bir kız bir kaç dakika ağlayınca ya da sigara dumanıyla göğsündeki sancıyı dindirmeye çalışınca mutlu mu oluyorsun sanki? oktoberfestin batsın, sana onu öğreten de batsın. hepiniz batın hatta

13 Aralık 2009 Pazar

durum değerlendirmesi

hmm bakalım elimizde ne var.
bir arpa boyu alınmış yol
mahvolmuş bir çuval incir
avuç dolusu hayal kırıklığı
bir tutam acı
1haftalık karın ağrısı
bir çay kaşığı kalp sancısı
bir bardak öfke
bir kase uykusuzluk
göz kararı huysuzluk
azıcık da umutsuzluk
kenarlara iliştirilecek güvensizlik
acının pişmesi için bir kaç hafta
midene oturan hazımsızlık
üst dolaba saklanacak bir eski menü

fair enough.

11 Aralık 2009 Cuma

teşekkür..

çok değil, kısa süre önce hayatta herkese kızmayı bırakıp bana kattıkları için teşekkür etmeyi öğrendim. ve sakince düşündüğümde beni en çok sinirlendiren ya da üzen insanlara bile büyük bir teşekkür borçlu olduğuma karar verdim. bazılarını itiraf etmesi zor, bazılarına minnetimi göstermemin yolu yok, ama yine de hepsine teşekkür edeceğim..



herkesten önce, aziz tamer'e teşekkür ederim. uzun zaman önce uzaklara giden ama gözlerini üzerimizde hissettiğim, yaşarken bile bir melek olan, güleryüzlü, çalışkan, fedakar ve yumuşak kalpli dedem. beni hep el üstünde tuttuğun, kulaklarımı deldiğin, huysuzlandığımda bana kızmadığın, acıktığımda bana menemen yaptığın, alsancak'a çıktığımızda selam verdiğin herkese beni nişanlım, sevgilim, ya da sevgili torunum diye tanıtarak şımarmamı sağladığın, elimden tutup karış karış her yeri gezdirdiğin, paten kayarken düşmemden korktuğun için bana magnum rüşveti verdiğin, kumandayı almama hep izin verdiğin, iğneci aziz'in torunu olmanın gururunu yaşattığın, seni kızdırırken bile beni çok sevdiğin, hep sevdiğin için sana teşekkür ederim. seni her an özlüyorum.



sevim bezci'ye teşekkür ederim. ondan nefret etmeme sebep olan aşıları bana yapıp, yıllarca kahrımızı çektiği için.



nesrin öztürk'e teşekkür ederim. kadıköy anadolu'dan boğaziçi'ne, elde ettiğim her akademik başarıda payı olan, bana matematiği öğretmiş, beni her zaman diğerlerinden ayrı tutan, yıllarını ben, kardeşim ve bizim gibi afacanlara ayıran sevimli insan. seni her zaman çok sevdim.



muazzam memişoğlu'na teşekkür ederim. özüne sahip olamasam da bana bir teyzeden beklenen her şeyi sağladığı, beni kızı gibi sevdiği, bana bir ağabey, bir kardeş verdiği, annemin en yakın dostu olduğu için. öğretmen, anne, teyze, o da bir melek.



emre gümüş'e teşekkür ederim. futbolcu kartı oynarken beni hiç dışlamadığı, beni bir erkek çocuğu gibi görüp beni her zaman ciddiye aldığı için. onun birtanem deyişinden kıymetlisi yoktur. abi, dost, can yoldaşıdır.



cenk çıtıroğlu'na teşekkür ederim. ilkokulun ilk günü ailemi bile unutmama sebep olduğu, elele tutuşup benimle erenköy'ün bahçesini talan ettiği için. boğaziçi'nde olmasaydı da onu hiç unutmazdım.



naz diriarın'a teşekkür ederim. erkeklerle büyümüş olduğumdan dolayı farkedemediğim gerçeği bana farkettirdiği, ilkokul1den beri hep en iyi arkadaşım olduğu, ilk aşkımı paylaştığı, lisede, üniversitede dostluğunu sürdürdüğü, her doğum günümde elimi tuttuğu, bana ilk kez kız kardeşim diyebileceğim insan olduğu ve olacağı için.



ali berhan memişoğlu'na teşekkür ederim. tek çocuk olduğum 5 yılda bana tek çocuk gibi hissettirmediği, doğduğu andan itibaren kardeşim olduğu, uzaktayken bile yakın hissettirdiği, benimle beraber her yere geldiği, hep gülümsediği, hiç kızmadığı, benim biricik dostum olduğu ve yemek istemediğimde çaktırmadan köftelerimi götürdüğü için.



viktor barzilay'a teşekkür ederim. yalnızca babası annem ve babamı tanıştırdığı için değil, bebeklik arkadaşım olduğu, fotoğraf albümlerimde benim kadar çok resmi bulunduğu, abant'ta benimle beraber burak kut sandığımız adamla saklambaç oynadığı, hala fotoğraflara bakıp anlam veremediğimiz her türlü saçmalığı benimle yaptığı, dünyanın en şeker gülümsemesine sahip olduğu, büyümeme şahit olduğu ve büyümesini izleme şansına sahip olmamı sağladığı, hayatımın her döneminde yanımda olacağını bilmenin güvenini yaşattığı için.



mehmet sezgin'e teşekkür ederim. ona sahip olduğum için ne kadar şanslı olduğumu ona asla anlatamayacak da olsam, en iyi erkek arkadaşım olduğu, yıllar geçse de o beni hiç terketmediği, herkesin değil benim ne hissettiğime değer verdiği, gözlerimin dolmasına dayanamadığı, beni üzenleri sevmediği, balkonda saatlerce benimle muhabbet ettiği, herşeyi paylaştığı, ilkokuldan beri maymuna benziyorsun esprilerimi ciddiye almadığı, ona küstüğüm zamanlarda bana yalvardığğı, ortaokulda bana sürekli evlenme teklif ettiği, alkolden nefret etse de ben istediğimde içtiği, beni daima çok eğlendirdiği, güldürdüğü, elimi tutmaktan hiç bir zaman vazgeçmediği, beni hiç bir zaman yalnız bırakmadığı, hep yanımda olduğu için çok çok teşekkür ederim.



lanet olası ömer'e teşekkür ederim. senden nefret ediyorum, bana yaşattığın korkunç zamanlar için. ama yine de sen olmasan asla basketbola başlayamayacaktım, asla gülfemle, doğayla, dickella, gökayla, kutluyla, zazayla, zeki abiyle, beril ablayla, mehmet abiyle tanışamayacaktım. dereağzı hayatını yaşayamayacaktım ve o güzel anıları biriktiremeyecektim. teşekkür ederim. canın cehenneme.



mark dickel'a teşekkür ederim. hayatımın en büyük heyecanını yaşattığı, kulübe döndüğü gün heyecandan kalbinin yerinden çıkmasının ne demek olduğunu anlamamı sağladığı, bana formalarını verdiği, defterlerime yazdığı, her maçında yanıma gelip benimle sohbet ettiği için. ne aşıktım ama sana.. hala heryerde destine dickel yazılarım durur, sorma.



gülfem elitez'e teşekkür ederim. o zamanlar kimseyle paylaşmadığı sırrını benimle paylaşacak kadar bana güvendiği, yollarımızı ayıranlar da olsa benden ayrılmadığı, dönülmez akşamın ufkunu, kara kara kapkara'yı benimle paylaştığı, ağlarken elimi tuttuğu, annemler yokken ev arkadaşım olduğu ve hep burda bir yerde, bende kaldığı için.



cengiz özdemir'e teşekkür ederim. protestolarımıza gülüp geçtiği, bana türkçeyi öğrettiği, özdemir asaf'ı, attila ilhan'ı bana sevdirdiği, üçüncü şahsın şiiri'ni bir ağızdan söylediği, bana hep güvendiği, beni sadece bir öğrenci değil bir birey olarak gördüğü, beni hep ciddiye aldığı ve derdimi, hayatımı sorduğu için.



doğa topbay'a teşekkür ederim. yağmurda benimle koştuğu, halterimi düşerken tuttuğu, sevimli tellim olup beni hep affettiği, yıllar sonra bile ilk günkü gibi doğal kaldığı için. daha paylaşacağımız o kadar çok şey var ki onunla, bin yıl görmesem üzülmem.



sarp arbağ'a teşekkür ederim. ilk hatalarımı yaparken beni kolladığı, beni üzüp sonra kalbimi onardığı, beni müdüre karşı koruduğu, bana heyecan,korku ve üzüntüyü yaşatırken beni eğittiği için.



melis özgenç'e teşekkür ederim. en başta beni dövmediği, beni tanımayı seçtiği, önyargılarından çabuk kurtulduğu, benimle dostluk kurmaya çalışmak onun için çok zorken bile bunu başardığı, zamanla en yakınıma kadar geldiği, bakış açımı aşırı genişlettiği, en sevdiğim olduğu, boğaziçi'ne girdiği, bana hep en iyi örnek, en iyi model olduğu, beni asla yargılamadığı (belki arada yapmıştır ama unuttum), beni hep desteklediği, yeni şanslar vermenin önemini öğrettiği, ablam olduğu, mükemmel de olsa mütevazılığıyla beni kıskançıl krizlerine girmekten kurtardığı, hep özel kaldığı, hep saf hep pürüzsüz kaldığı, hayatta güzel şeylerin de sonsuz olabileceğine inandırdığı için. gecelerce uyumadan beni dineldiği, hep dinleyeceği için. abisi abim, annesi annem olduğu için. kuşadası olduğu için. destine olduğu için.



gül köksal'a teşekkür ederim. acılarımı paylaştığı, beni herkesten çok sevdiği ve düşündüğü, benim için ve benimle birlikte ağladığı, kendimi bir bok zannetmeme, şımarmama izin verdiği, herşeyini benimle paylaştığı, bazen beni kendinden bile çok düşündüğü, ben mutsuzken mutlu olamadığı, yaşından büyük yükler taşırken yanında olabilme lüksünü bana yaşattığı, beni üzen herkesten ve herşeyden nefret ettiği, çıldırdığımda beni sakinleştirdiği, bilmediğim dersleri bana çalıştırdığı, lise hayatımı zenginleştirdiği, yaz tatillerini benimle geçirdiği, evindeyken evimde hissetmemi sağladığı, onun olan her şeyin benim olduğuna inandırdığı, küstüğümüzde bile bana benden yakın olduğu, hep özlediği hep özlendiği hep sevdiği hep sevildiği, yokluğunda koskocaman bir boşluk bırakarak karnıma ağrılar sapladığı, kız kardeşi olmama izin verdiği, hep arkamı kolladığı için. hakkını ödeyemem, asla.



mert edizyürek'e teşekkür ederim. bana her tür duyguyu yaşattığı, bana can dediği, bana her sene erik getidiği, kalfestlerden önce benimle sarhoş olduğu, özel arkadaş tanımını lugatıma soktuğu, istediğim herşeyi yaptığı, beni çıldırtıp olgunlaşmama sebep olduğu, bana laf söyletmediği, bateri hevesimde beni desteklediği, şarkılarımızı topladığı, mezuniyette kavalyem olduğu, sırdaşlığın babasını yaptığı, kalbinde bana kocaman bir yer ayırdığı için.



asya diril'e teşekkür ederim. nazım'ı, niyazi amca'yı bana sevdirdiği, diyalektiği bana öğrettiği, 2007yi bana yaşattığı, çamlıkta benimle en özleyeceğimiz yerde olduğu, hayata farklı pencerelerden bakmamı sağladığı için.



mehveş ungan'a teşekkür ederim. farklı insanları sevmemi sağladığı, bilmediğim bir sürü şeyi öğrettiği, gözlerimi kamaştırdığı, garipliğine sevimlilik kattığı, farklı olmaktan utanmadığı ve utandırmadığı için. bir de egomu çok şişirirdi sağolsun, sürekli iltifat ederdi bana.



ılım orhan'a teşekkür ederim. insanlara bırak hemen, asla güvenmemem gerektiğini bana öğrettiği, beni arkadan bıçaklayıp o gerizekalı kız çocuğunun büyümesi gerektiği konusunda gözlerimi açtığı, yalanların ne kadar kolay söylenebileceğini gösterdiği, bana daha fazla zarar vermeden hayatımdan defolup gittiği için.



bahtışen yıldırım'a teşekkür ederim. anlayışı, sevecenliği, bize bakarken dolan gözleri, bizi herşeyin üstünde tuttuğu, çaktırmadan hep bize kıyak yaptığı, beni ve bizi anlamaya çalıştığı için. kesinlikle unutulmazsınız hocam, sizi anlatabilecek çok da fazla kelimem yok.



inci dündar uysal'a teşekkür ederim. tüm kaprislerimi çektiği, beni takımın yıldızı yaptığı, şımardığımda beni dövdüğü, erenköy'de de kadıköy'de de arkamı kolladığı, bir anne sevgisiyle bana yaklaştığı için.



kaan ergüç'e teşekkür ederim. beni bulduğu, büyüttüğü, sevdiği için. bana öğrettiği, kattığı, sevdirdiği her şey için. herşey olduğu için. gözyaşıma kıyamadığı, beni şişmanken beğendiği, tuhaf hallerime çeki düzen verdiği, ilişkilere bakış açımı değiştirdiği, yılbaşında bana mükemmel bir çuval hediye hazırladığı, yanımda olamadığı her an huzursuz olduğu, bensiz bir hayat planlamadığı, gülümsememi, hırçınlığımı, huysuzluğumu da sevdiği, ben istedim diye sigarayı bıraktığı, yapma dediğim şeyleri yapmadığı, kuzu olduğu, beni kuzusu yaptığı, ellerini ellerimden hiç ayırmadığı için. bana sevmeyi öğrettiği için. beni olduğum gibi sevdiği, değiştirmeye çalışmadığı için. ilklerin adamı olduğu için, duygusal yengecim, koruyucu meleğim, pis fenerlim, taçsız kralım olduğu için. bana yazdığı her kelime, bestelediği her şarkı, içinden çıkan her şiir, kapımda bulduğum her sürpriz için. onu ne kadar üzersem üzeyim bana kızmadığı için. özür dilerim. tertemiz kalbine çok zarar verdiğim için. umarım beni affeder.



burak yurdakul'a teşekkür ederim. kankalıkla sevgililik nasıl da eğlenceli oluyormuş, ayrıldıktan sonra çok yakın kalınabiliyormuş, anılar kimsenin canını yakmadan da birikebiliyormuş öğrettiği için. dünyanın en eğlenceli ve en yetenekli adamını bana kazandırdığı için.



ebru aksu'ya teşekkür ederim. bana düşünceli biri olmayı öğrettiği, saflığın temizliğin sembolü olduğu, içinde en ufak bir kötülük barındırmadığı, minik bebeğim olup ablalığı yaşattığı, üzüntümde hep yanımda olduğu, hep elimi tuttuğu, hep dinlediği, sırlara hep sadık kaldığı, sevgisini de kırgınlığını da üzgünlüğünü de her zaman hissettirdiği, asla saklamadığı için. dünyada ondan öte iyilik meleği olamaz dedirttiği ve benim meleğim olduğu için. çok, çok seviyorum onu.



ender molla'ya teşekkür ederim. götün teki olarak sinirlerimi güçlendirdiği, kankam olduğu, benim için kuşadasına geldiği, eğlencenin dibine de vurabilirken sessiz bir dinleyici, rahat bir omuz da olabildiği, liseden sonra benden kopmadığı, ona küstüğümde beni özlediği, kafasına vurmama ve ona küfretmeme hiç kızmadığı için.



seren bingül'e teşekkür ederim. lisenin ilk günü ilk arkadaşım, yıllarca yol arkadaşım, dostum olduğu, her sırrımı paylaştığı, yanında kendim gibi olabildiğim sayılı insanlardan olduğu, beni asla kıskanmadığı, ikiyüzlülük yapmadığı, yaptığı her hatayı itiraf edip, onlardan pişman olup kendini affettirdiği, ona yaptığım en büyük adiliği affettiği ve hatta sonradan benimle beraber güldüğü, suçlarıma ortak olduğu, kimseye anlatamadıklarımı dinlediği, hayatımın her adımını benimle attığı, beni bazen abladı gibi görerek ciddiye aldığı, gecelerce yanımda yattığı, ev arkadaşım olduğu, onsuz bir hayat düşünemediğim, birlikte büyüyebildiğimiz için. iki kelimeyi bir araya getiremezken bana harika bir yıllık yazısı yazdığı, güzel yüzünü fazla özletmediği, her dakka başımın belası olmayı kafaya koyduğu için. bir insan hayat boyu yanında olacaktır, bundan eminsindir, ona ne denir ki?



özge güller'e teşekkür ederim. ruhumun diğer yarısını kendinde taşıdığı, ben daha anlatmadan anladığı, gözlerim dolmadan ağlayacağımı anladığı, herkesin kızdığına kızmadığı, hep farklı düşünceler üretebildiği, bana geometriyi sevdirdiği, kendimi en yakın hissettiğim olduğu, yaptığı şeylerin arkasında olduğu, kendinden taviz vermediği, benden bir parça olduğu, benimle aynı olduğu, benden 2 gün sonra doğmasa ve bir kafa boyu kısa olmasa ikizim sanabileceğim, babama taptığı, kardeşimi kardeşi gördüğü, en pis şeyleri bile paylaştığı, dünyanın en kafa ruhu olduğu, beni konuşturarak yormadığı, hüznümü, sevincimi,başarımı paylaştığı, elite modelde gözleri gözlerimi bulduğu, bana her zaman güç verdiği, beni hiç bir zaman sıradan görmediği, bana hep güvendiği, beni hep anladığı için. beni hep mutlu ettiği için. daha çok şey için. yazamayacağım kadar çok şeye sahip olmamızı sağladığı için. ruh. ondan eşsizi mi vardır?



gökhan arslangiray'a teşekkür ederim. beni hep olduğum gibi sevdiği, hiç değiştirmeye çalışmadığı, zamanında sevgili-sırdaş oyununu benimle oynadığı, arka bahçeden depar atıp önüme çıktığı, bana mektuplar yazdığı, tam zamanında kalbimi kırarak beni rüyadan uyandırdığı, sonra hep dostum olduğu, ne zaman arasam balözü'ne koştuğu, soru sormadan beni anladığı, her ağladığımda gözyaşımı sildiği için.

dilara sofioğlu'na teşekkür ederim. yıllarını bana derdini anlatmaya ayırdığı için, yatağını benimle paylaştığı, ekürüm olduğu, bana aşırı benzerken aynı zamanda tam zıttım olduğu, benimle defalarca sarhoş olduğu, şarkı söylediği, kendimi yalnız hissetmeme hiç izin vermediği için. ondan iyi bir veletlik-çocukluk-gençkızlık arkadşı olamaz sanırım.

büşra sofioğlu'na teşekkür ederim. huysuz ablasının aksine hep sevimli olduğu, beni de kız kardeşi bellediği, ağlamaktan gözlerim şiştiğinde pamukları çaya batırıp gözlerime koyduğu, ben istedim diye uzun ve gür saçlarımı saatlerce ince ince ördüğü, kimseye anlatmadıklarını bana anlattığı, bana hep güvendiği, hep güven verdiği için.

olcay ve orhan türe'ye teşekkür ederim. orhan dedeye, bana o çok özlediğim dede sevgisini yaşattığı, beni torunu gibi sevdiği, yeniden hayatıma dede kavramını soktuğu, bana sımsıcak sarıldığı için çok teşekkür ederim. olcay anneanneye, her aradığımda telefonu kızım diye açtığı için, beni sevdiğini anlamam hiç zor olmadığı için, tatlı gülümsemesi, anneanne kokusu için, beni içten içe hep desteklediği, hep arkamda durduğu için teşekkür ederim. sizi tanıyabildiğim için çok şanslıyım.

rasim boran'a teşekkür ederim. yıllardır abim olduğu, izmirde beni karış karış gezdirdiği, ilk nargilemi içirdiği, yağmurda benimle koştuğu, beni hep sağ salim eve getirdiği, bana kendimi prenses gibi hissettirdiği, birinin gözünde özel olmanın ayrıcalığını yaşattığı, maçlarında herkese hava atmama neden olduğu, iğrenç esprileriyle beni hep güldürdüğü, bazen ağır olan şakalarımı bile kaldırdığı, yaptığım tüm çocukluklara rağmen beni sevmekten vazgeçmediği için.

azize tamer'e teşekkür ederim. ilk göz ağrısı olmanın mutluluğunu, rahatlığını yaşattığı, en sevdiği olduğumu bilmemi sağladığı, beni ayağında salladığı, kolu tutulsa da sırf bırakma dedim diye tüm gece boyunca elimi tuttuğu, ezberlediğim masalları bana sıkılmadan okuduğu, izmiri yuvam yaptığı, benimle kuşlara yem attığı, karnında yatmama, geceleri onu tekmelememe rağmen hep yanımda uyuduğu, bana annemi verdiği için. dünyanın en tatlı anneannesi olduğu, benimle hep gurur duyduğu, hep benimle güldüğü, beni havuzlara,hamamlara götürdüğü, bana kahve yapmayı öğrettiği, evinin her tarafına resimlerimi astığı için. bir insana ne kadar değer verilebilirse bana o kadar değer verdiği için. kalbimde sonsuza kadar sürecek bir sevgi oluşturduğu için.

cem bayramoğlu'na teşekkür ederim. var olduğu için. o olmasa, hiç birşey olmazdı.

recai bayramoğlu'na teşekkür ederim. gece gündüz bizim için çalıştığı, çoğu zaman hakettiğimden çok daha fazlasını bana verdiği, beni alnımdan öptüğü, bana aşkım dediği, hayatımı hayatı yaptığı, dünya güzeli mavi gözleri genlerimi etkilediği, tüm babalardan farklı olduğu, kızıyla gurur duyduğu, kızına güvendiği, yanlışlarımı hep affettiği, önüme pürüzsüz bir yol çizdiği, müthiş edebiyatıyla beni sık sık ağlattığı için. eve girdiğinde hep beni öptüğü için. hoşuna giden her maili bana attığı için. geceleri üstümü örttüğü için. kahkahasıyla içimi aydınlattığı için. yıllardır beni maçlara götürdüğü için. benim için herşeyi yapar diyebildiğim için. benim için herşeyi yaptığı için. ne sana laflarım yeter, ne teşekkürlerim. aklıma şuan gelmeyen milyon şey için teşekkür ederim baba.

dilek tamer'e teşekkür ederim. gidip o adama aşık olduğu için. daha kendisi çocukken, bana sahip olmayı istediği için. dilek bayramoğlu, annem olduğu için. bana bakmak için işi bıraktığı, kardeşim olduğunda beni ihmal etmediği, gözlerim dolmadan ağlamaya başladığı, ellerimi sımsıkı tuttuğu, hayatının bir saniyesinde bile bizden başka birşey düşünmediği, en sevdiğim yemekleri yaptığı, bana bir insanın alabileceği en mükemmel hediyeyi verdiği, beni anlamasa bile anlamaya çalıştığı, kavga ettikten sonra gelip boynuma sarıldığı, herşeyi bana öğrettiği, hayatta ayakta durmamı sağladığı, beni ben yapan herşey olduğu, ileride dönüşmekten gurur duyacağım kadın olduğu için. onu sayfalarca anlatsam yetmeyeceğinden, teşekkür edeceğim şeyler bitmeyeceğinden, böyle kalsın. annem, teşekkür ederim.

çıldırmadan önce yapmam gereken acil bi kaç şey

1.tabii ki şöyle hisarüstünde kampüsü farketmeksizin bir yurda başvurmak ve en acilinden yerleşmek
2.rahmetli bilgisayarımla yollarımızı sonsuza kadar ayırıp yerine minik şirin işlevsel bir laptop almak
3.artık fikre son şekli verip, dövmeciyi bulup bir güzel dövmelenmek
4.kelime ezberlemeye başlamak: 'ocak'ta prof.u verip geçemezsek kendimizi asmak' olmasın diye.
5.üşenmeyip bir ajansa gitmek
6.çok özlediğim eski dostu aramak (kızım yeter artık bee),
7.kal'da 5-6 saat geçirmek ve mümkünse okul eteğini tekrar giymek.

sanırım en acilleri bunlar. tik atmak isterdim ama bende bu tembellik olduğu sürece kağıt kalem alıp yazamam bile. ahhh kime çekmişim ki ben böyle

5 Aralık 2009 Cumartesi

korku

sarılmış yatıyorlar kızla çocuk. herşey yepyeni olduğu için çekingen fakat heyecanlılar. tanımıyorlar birbirlerini ama sarılmış yatıyorlar. kız hassas. çocuk anlayışlı. kızın gözlerinin arkasındaki kırgınlığı görüyor çocuk. kız zaten anlatmış ilk günden. sevmiş çocuğu. kızın gözlerindeki korku yabancı değil çocuğa. alışık o da. biliyor kızın neden korktuğunu. neyden kaçındığını anlıyor derinden. o yüzden daha sıkı sarılıyor kıza. sevecen, yumuşacık bir ton var sesinde. 'çok mu kırdılar senin kalbini?' diye fısıldıyor kulağına kızın. nefesi kızın ensesinde, elleri ellerini tutuyor omzundan karnına kadar sarmış kollarıyla. kızın içi titriyor. cevap vermesine gerek yok. daha da sokuluyor çocuğun koynuna. içinden bağırıyor aslında ama, sesini çıkaramıyor bir türlü titrer korkusuyla. 'evet' diyebiliyor sadece. 'evet! evet çok kırdılar! ve biliyorum er ya da geç sen de kırarsın kalbimi! kırmaz mısın? keşke kırmasan. ama biliyorum kırarsın. hep kırarlar!' demek istiyor. temkinli kız. zannetmiyor bir daha kırılabileceğini. kimse kıramaz artık onu, kırılacak bir parçası kalmamış sanıyor. ama tabii ki yanılıyor. görüyor zamanla yanıldığını. korkusuyla yüzleşmek zorunda kalıyor sonunda. çünkü o yumuşacık ses sertleşiyor. anlayışlı bakışların kaybolduğu küçük saniyelere kınayan bıkkın bakışlar yerleşiveriyor acımasızca. kopkoyu bakışlar onlar. gözlerinin karşısında olmasa da kız hayal edebiliyor. güzel gözleri kapkara oluyor çocuğun, görebiliyor kız. kalbi kırılıyor yine. yine. yine. hatta midesindeki ağrı bile geri geliyor. sormak istiyor çocuğa, soramıyor. kızmak istiyor, kızamıyor. kendine dönüyor kız. kendine kızıyor. bir türlü akıllanmayışına şaşırıyor, salaklığına inanamıyor. içinden kopan her saniye kendine kızıyor kız. boş bir sayfa alıyor sonra.

2 Aralık 2009 Çarşamba

ay büyürken uyuyamam

necati cumalı'nın bu eserini ne okudum, ne detaylı bilirim ama her ay mutlaka -tamam öğrendiğimden beri- aklıma gelir çünkü hakikaten, söylediğim her arkadaşımın bana iğrenç klişe kurt adam esprisi yapmasına sebep olan şu dolunayda uyuyamama tuhaflığına sahibim ve geçen yıl korkunç öss zamanlarında herşeyi sınava bağladığımız, günlük hayattan kopup test sistemine göre yaşadığımız günler bende böyle bir alışkanlığa sebep oldu: penceremden dolunayı gördüğüm an 'ay büyürken uyuyamam' geliyor aklıma. ilk bunları edebiyat için ezberlemeye çalıştığımızdan hoşuma gitti ama şimdi bir sene geçmiş hala obsesif gibi bu eser adını söyleyince bir irkilmiyor da değilim. işin gerçeği belki batıl inanç belki saçma bir tesadüf ama uyku konusunda kesinlikle sorun yaşamayan, berbat ötesi korkunç bir gün geçirmemişse bebekler gibi uyumasının garantili olduğu ben, bir şekilde neredeyse saatlerimi uyumaya çalışarak ve yatakta huzursuzca dönüp durarak geçiriyorum, ve her seferinde perdemi aralamamla karşıma çıkıyor, bir düşman gibi. dolunay! nefret etsem, banal bulsam da o iğrenç kurt adam mısın esprisine maruz kalmam yerinde aslında. yani ne demek kardeşim dolunayda uyuyamamak? ama ne yapayım yani ilginç bir şekilde her nerede olursa olsun bir yolunu bulup penceremden bana görünmeyi başaran dolunay ne zaman oralarda olsa ben uyku problemi yaşıyorum. evet bu gece de onlardan biri. gördüm katil dolunayı ve uykusuzluk damarlarımı zorlamaya başladı bile. sinirleniyorum. hem de baya sinirleniyorum zaten oldukça hassas ve agresif bir dönemim geldi, şuan benimle konuşabilecek olsa dolunayla sağlam bir kavgaya girişirdim. ne istiyorsun benim uykumdan? derdin ne senin? bu dünya kendi ekseni etrafında ayrıca güneşin de etrafında sağlam bir yörüngede dönmüyor mu? gözüme girmeyeceğin bir yerlerde duramaz mısın? ne olur izin versem de uyusan yani ne var ben uyanık olunca bundan zevk mi alıyorsun? tarzı agresif ama doğruluk ve merak payı yüksek sorularımla rahatsız ederdim onu. şimdi bir de kafama takılması eksikti. bazen varlığını unuttuğum oluyor. uyuyamıyorum ve nedenini çözemeden geçen saatler sonucu yorgun düşüp uyuyakalıyorum. ertesi gün çakma dolunayı görünce hmmmm dün geceki sorun off tabi ya diye kendime salak muamelesi yapmama sebep olsa da o farkında olmayışım çok da rahatlatıcı oluyor benim için. evet keşke bu gece de farkında olmadan uyuyamasaydım. mesela başka şeyler var zaten bugün taktığım ve muhtemelen yastığa kafam düştüğünde rahat rahat uyumamı engelliceklerdi bir de dolunaya ihtiyacım yoktu ama şimdi önyargım tavan yapmış durumda ve kendimi engelleyemiyorum. her neyse, necati cumalı keşke ay ne olursa olsun uyurum falan diye bir eser yazsaydın da öss zamanı onunla kafayı yeseydim, şimdi belki kendime ters psikoloji falan yapar bak adam bilmiş derdim bir çare bulurdum ama sen de hiç yardımcı olmuyorsun. uyuyamıyorum. belki bir iki votka götürürsem hızlı hızlı, sızarım ama o zaman da baş ağrısından sağlıklı bir uyku çekemem. takıntılarımızdan kurtulmamız lazım tuhaf kız.

30 Kasım 2009 Pazartesi

bitiş

bitmek? nerede karşıma çıksa suratımı ekşitmeme sebep olduğuna pek de dikkat etmemiştim. sanırım bu konuda herkesten biraz fazla takıntılıyım. tamam kim bişeyler bitsin ister ki manyak değilse düzeni değişsin sevdiği şeylerden yerlerden kişilerden ayrılmak, onlarla ilişkilerinde bitişi yaşamak falan kimin hoşuna gider ama ben işler buraya gelince biraz fazla çıldırmaya başladım. yani gerçi çok da yeni değil çocukken tatil bitişlerinden okul bitişlerinden yaz bitişlerinden haftasonu bitişlerinden anneannemde sürdüğüm sefanın bitişinden en sevdiğim çizgi filmin bitişinden, tom ve jerry arasındaki kovalamacanın bitişinden falan hep ekstra nefret ederdim sanki sabaha kadar kovalasalar birbirlerini oturup izlicem falan o kadar hastaymışım aslında. ama napiym mesela kal bitti ben buna katlanamıyorum çamlığın fotoğrafına bakıyordum biraz önce ve sanki 3-5 günlük tatildeyim, bittiğinde yine sabahın köründe kalkıp 879898 kat giyinip kadıköye gidicem, boğa da sereni serhatı özgeyi ya beklicem ya bekleticem ve sonra ekip tamamlanıcak hep beraber mehter takımı gibi bahariyeden yukarı yüricez yolda eyfele ya da inciye uğrayıp tıkınıcaz sonra seren ugglarını pantolon paçasından içine sokmaya çalışırken ben gülme krizi geçiricem sakızdaki amcaya el sallicaz ve kapı kapanmadan okula girmeye çabalicaz. sanki o kapıdan girdiğimizde yine herşey eskisi gibi olucak. tamam belki bir daha asla mkc olmayacak orda, katil emekli olmuş, nermin bile gitmiş olucak ama biz sanki özler mezun olmamış gibi sanki her sene artan nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkelerine benzeyen saçma sapan ırkların kol gezdiği bir mekanda hababam okulu yaşatmaya çalışıyo falan olucaz. aslında sadece canlandırdığım bunlar da değil. hazırlıkta aç gibi etrafımızı keserken keşfettiğimiz sözde yakışıklılarımız, birilerine benzetip dedikodusunu yaptığımız up-larımız, stüdyolarda sigara içen son sınıflar ve aralarından birilerine mutlaka aşık olan hazırlık kızları, erik erik erik. erik tabii ki mert. hazırlıkta gönlümü almak için aborjinde erikle önümde belirmişti, affetmiştim keretayı hemen. sezonun ilk eriğiydi çünkü. sonra her sene bana sezonun ilk eriklerini yedirmeye devam etti sıpa. mesela erik sezonunun bitişinden de nefret ederim. erikler yumuşamaya, renkleri dönmeye başladı mı benim sinirlerim bozulur. hele offf şöyle ekşi bi erik olucak sulu sulu yicem falan diye içimden geçirirken annem kızım artık yeşil erik yok sezonu bitti dediği zaman kendimi bi yerlerden falan atmak istiyorum. ama mevsimler tatiller sezonlar okullar falan hepsi kötü de, en kötüsü ilişkilerimin bitişleri. düşünüyorum o çook sevdiğim insanların hepsi hala hayatımda olsaydı diye. bitişlerinden nefret ettiğim o kadar çok arkadaşlığım ya da ilişkim oldu ki bazılarını hatırlamak bile istemiyorum. ama çok garip, keşke bitmeseydi dediğim de yok aralarında. her bitişin beni bir yol ayrımına getirdiğini ve beni bir karar vermek zorunda bıraktığını düşünürsek, şuanki durumuma bakıp hepsi için iyi ki bitmiş diyebilirim. çünkü o bitişlerden sonra çizilen yol, atlaya atlaya sağa sola sapa sapa vardığım noktadan mutluyum en azından. ama bu yine de bitişlerimden nefret etmememi sağlayamıyor. her bitiş anında o kadar nefret ediyorum ki o durumdan, bir daha yaşamamak için herşeyi yapabileceğimi düşünüyorum ama hep aynı şey oluyor ben hep aynı siniri yaşamak zorunda kalıyorum. yeniliğe açık değilim kardeşim zorla mı. illa ne gelirse buyursun başım üstüne olmak zorunda mıyım değiliiiiiim. istemiyorum ya gerekirse 9857938579 yıl aynı sevgiliyle aynı dostlarla aynı çevreyle kalayım ama zırt pırt düzenimi bozucak bitişlere kalkışmayayım. belki şimdiki halimden memnun olduğum için bitiş nefretimi bahane olarak kullanıyor ve dua eden bir insan olmadığım için bu arzumu bu şekilde dile getiriyor da olabilirim tabii, ama öyleyse ne olmuş yani? birazcık huzurlu devamlılık sadece istediğim. bitiş değil, devamlılık.

26 Kasım 2009 Perşembe

martılar

23 haziran 2009. çırağan sarayındayız koskoca bir dönem. ilk anların heyecanını dışarıda muhteşem manzarayla geçiştiriyoruz, son'umuzun hüznü bir kenara, tadını çıkarmaya çalışıyoruz. elimizdeki içkiler sakinleştirmeye yetmiyor bizi, birbirimize tutunuyoruz düşmekten korkarcasına. her gelene çığlık çığlığa tezahürat ediyoruz yıllarca okul forması ve sade tarzıyla görmeye alıştığımız dönem arkadaşlarımız kuğular gibi, prensler gibi dolaşıyorlar etrafta. herkes güzel, herkes yakışıklı. hepimiz fotoğraflar çekiyoruz, hatırlamak istiyoruz çünkü her saniyesini. sonra salona geçiyoruz. her kim düşündüyse daha biz yerlerimize oturur oturmaz altan çetin ve enbe orkestrasından 'martılar' çalmaya başlıyor. muhtemelen çoğu insan o şarkıyı bilmiyor ya da orada çaldığının bile farkında değil. kendimi şanslı hissediyorum bu güzel ayrıntıyı yakalayabildiğim için, yakınımdakilerle paylaşıyorum heyecanımı bastıramadan. 'üzerimden güldü geçti martılar' diyor şarkıda. kal tarihinden gelip geçen ama aslında yuvaları orada kalan martılarız biz de. gülümsüyoruz birbirimize bakıp. ne kadar büyüdüğümüzü düşünüyoruz, ne kadar büyümüş diye düşünürken göz göze geldiğimizin. ben lise hayatımla aynı masadayım. kavalyem mert, hazırlıktan beri kardeşim. yanımda seren oturuyor okulun ilk günü tanıştığım 5 yıllık yol arkadaşım. karşımda gül'ümle göz gözeyim. o da hazırlıktan beri elimi tutan bir başka dost. ve özge var onun yanında. kal a girmeden tanıdığım ama kal boyunca da yanımdan eksik etmediğim portatif ruh ikizim. hemen yanında ebrum, meleğim. bir de uğur var tabi kal daki ilk sıra arkadaşım çılgın. hepsine gülümseyerek bakıyorum içim acıyor aslında çünkü biliyorum ne kadar istesem de bir daha asla hepsini bir arada, böyle masalsı bir ortamda göremeyeceğim. her anı hafızama kazımak istiyorum. dansa başlıyoruz. tabii ki mertim en başta. arastan emin'e, buğra'dan ihsan'a tüm yakışıklılarımı kapıyorum bir bir. gülümsüyoruz objektiflere, herkes masal kahramanı gibi görünüyor gözüme. o gecenin büyüsünü bozabilecek hiç bir güç yok. kafamız bomboş, ne bir problem ne bir endişe. sadece hüzün bizi buran, ayrılıyoruz çünkü bugünden sonra. çılgınlar gibi de dansediyoruz. slowlar bayıyor, tepiniyoruz topuklularımıza rağmen. sarhoş da oluyoruz. zamanı durdurmak istiyoruz orada, biliyorum, çok iyi hatırlıyorum herkesin gözlerinde aynı istek yanıyordu. olmuyor tabii durduramıyoruz zamanı, su gibi geçiyor saatler ve sona yaklaşıyoruz. martılar yavaş yavaş dağılıyor, eğlence kısmını çok da fazla önemsemiyor kimse, herkesin aklı çamlıkta. birkaç saat sonra yuvamızda buluşuyoruz tekrar. geceyarısının kör karanlığı yavaş yavaş aydınlanırken, önce o koyu maviyi sonra yavaş yavaş güneş ışıklarını görüyoruz moda sahilinde denizin üstünde. eleleyiz hepimiz. bizden önce bu tecrübeyi yaşamışlar da var aramızda onlar da bizim kadar hüzünlü. güneş doğsun istemiyoruz hiçbirimiz. çamlıkta geçirdiğimiz saatler bize bir kez daha hatırlatıyor okuldaki ilk yıllarımızı, tüm anılarımızı. sessizlik var çamlıkta hepimiz anılarımıza gömülmüş, arkadaşlarımızın omuzlarına yaslamışız başlarımızı. ama aydınlanıyor etraf. artık sadece gözlerimizde değil her tarafımızda hissedilir bir hüzün var. ağlamamaya çalışıyoruz ama bizi birleştiren, bir arada tutan bu büyülü yeri terketme fikri bile korkunç her yönüyle. istemeye istemeye, içimizden çığlıklar atıp kendimizi oraya zincirlemek gelirken ayaklarımız geri geri giderek alıyoruz güzel polenli yolu. mis gibi kokuyor okulumuz, kaybettiğimiz güzelliklerini gözümüze sokmak istiyor sanki . dönüp son kez bakıyorum çamlığa, hafızama kaydediyorum sabah güneşindeki güzelliğini. elini tutuyorum yakınlarımın ve kapıya varıyorum. atom karşılıyor bizi, hah siz de mi diyor, yıllar önce yaptığı şeyi bizim yaptığımızı görünce o da bir gülümsüyor, yoluna gidiyor sonra. biz de unutulmaz gecemizi ve sabahımızı, kalbimizin ve ruhumuzun bir bölümünü oraya bırakıp gidiyoruz. mezun martılar olarak dönmek üzere..

20 Kasım 2009 Cuma

fal

başlangıçtan bahsettiğim an nedense aklıma o fal geldi. hazır bilgisayar açık kalmayı başarabiliyorken bunu da yazıp kapatmaya karar verdim.
o fal. baktırırken zerre ciddiye almadığım -ki falları kim ciddiye alsın- aklıma takmadığım, doğru düzgün dinlemediğim o fal. aylar önceydi. öss yeni bitmiş, sevgili arkadaşım melisin galatasaray lisesinden mezun oluşunu izlemek için sabahın köründe kalkıp kendimi beyoğluna atmıştım. uykusuz ve gergindim ayrıca liseden mezun olmayı hala hazmedemediğim için benimle aynı sene mezun olan arkadaşımın mezuniyeti de beni çıldırtıyordu. baya çekilmez bir günümdeydim tartışmasız. bütün günümü melise ayıracağımı söylediğimde kaan da bana kızmıştı ve günüm gittikçe çekilmez hale geliyordu benim için. sonra melisle istiklal caddesinde mükemmel vakit geçirmeye başladım, herşeyi unutmuştum. olumsuz hiç bir şey yoktu sanki hayatımda. monami de oturmaya başladığımızda daha güneş tepedeydi, orada kaç saat kaldık bilmiyorum ama fal olayı orada oldu. sürekli tıkınıyor birşeyler içiyorduk fotoğraf çekip yukarıdan galatasarayın muhteşem görüntüsüne bakıyorduk saatlerimiz bu şekilde boş boş geçerken melisin tanıdığı bir kadının 'of adam süper fal bakıyor' tarzından bir laf etmesi üzerine türk kahvelerimizi söyledik ve adama sırada olduğumuzu bildirdik. adam yanımıza geldiğinde gözüne beni kestirmişti sanırım, önce benim icabıma bakacaktı. yanımıza davet ettik ama adam beni bir başka masaya yönlendirdi. hayır. melisi yanımda istiyordum çünkü adamın anlatacağı saçma sapan her hikayeyi aklımda tutup bir de melise tekrar etmek zorunda kalmak istemiyordum ama adamımız kararlıydı. melisi kapalı fincanıyla bırakıp adamın peşinden masamıza doğru gittim. saçmalıklar başlamıştı. klasik evler kısmetler yurt dışları iyi eğitimler bla bla bla kjkdoşejşod lar arasında ben çoktan ilgimi yitirmiştim sadece kafa sallıyordum. adam çok tuhaf doğru saptamalarda da bulunmuştu, arada beni yakalıyordu ama ben inanmamakta ısrarlıydım. bana cansu dedi sonra. falımda çok net cansu adını gördüğünü söyledi, tabii görmeme izin vermemişti. salladığını düşündüm çünkü hayatımda yeri olan bir cansum yoktu. tamam, tanıdığım 5-6 cansu olmuştu o güne kadar, ama sevgili falcım bana bu cansuyla çok yakın bir ilişki içinde olacağımı söylemişti, cansunun bana bir iyiliği dokunacaktı, benim için güzel şeyler yapacaktı derken yine ilgimi yitirdim çünkü böyle bir cansum yoooktuuuu. sıkılmıştım. adamın biri bir tarafa diğeri öteki tarafa bakan gözlerine bakmaktan çekiniyordum, yarısı normal yarısı eksik parmaklarına da bakamıyordum ama arada çok ilginç noktalara parmak basmaya devam ettikçe adama saygı duymaya da başlamıştım. o günden sonra anında falı unuttum tabii. saçmalıktı çünkü.
taaa kiiii. demek istiyorum çünkü evet, aylar sonra bu fal aklıma geldiğinde tüylerim diken diken olmuştu, bağırmıştım. bu arada geçen süre zarfında cansumu bulmuştum çünkü. bu sandığım gibi şirin bir kız, ya da bir kız değildi işin tuhafı. cansu adında bir erkek? can? su? cansu? bunları hiç düşünmemiştim ki. ön adının cansu olduğunu söylediğinde garipsememiştim bile. hmm ilginç falan demiştim tabii de, farketmezdi ki. onun adı çok güzeldi, kendi de. cansumu bulduğumda yine aklıma bu fal gelmemişti ne garip. hem nerde yakın ilişki nerde iyilik falan di mi hatırlamam oldukça güçtü. ama sonra o benim en yakınıma geldi, beklemediğim kadar iyi oldu bana. unuttuğum şeyleri hatırlamama yardım etti, içimdeki kötülükleri atıp onları iyilikle değiştirmeme yardım etti, elimi tuttu falan. hala aklımda fal falan yok. bir gün içtiğim kahveyi sırf özge yanımda diye ters çeviriyorum, kahve soğuyor, özgenin eline tutuşturuyorum ve o an gözlerim açılıyor. CANSU. işte tüylerimin diken diken olduğu, bağırdığım an bu. ilk özgeye anlatıyorum tabii yüksek sesle, heyecanla. sonra hemen ona bir mesaj yazıyorum sesini duyamam çünkü o an o kadar heyecanlıyım. birden fal benim için dünyanın en anlamlı şeyi oluyor evet fal doğru fala inannn gibi şeyler düşünüyorum bir süre. çünkü 'o'nun C. si Cansu'dan geliyor. çünkü o yakın ilişkide bulunduğum, bana iyiliği dokunan, bana yardım eden cansu o. monamiye tekrar gidersem falcı abime söylicem. helal abicim dicem cansu demiştin evet cansu o. tamam yine fala inanmıyorum ama hep böyle güzel şeylerin habercisi olucaksa cansum gibi, neden olmasın arada fena gitmez.

başlangıç

çocukluktan beri süregelen bir ihtiyaç üzerine yıllar yılı bir kalem kağıt bir klavye bir defter bir bilgisayar ne bulursa içinden gelenleri yazıya dökmüş biri için geç bile kaldım belki bir blog yazmaya başlamaya. çok sebebi vardı aslında bunu ertelememin, kimseyle paylaşmayacaktım ki ben içimdekileri, yalnızca rahatlamak için yazardım hep. ama ne farkeder? yine kendim için yazacağım ve bu yine bir başlangıç olacak benim için.
okuma yazmayı ilkokula başlamadan uzun zaman önce sökmüştüm. ve çok meraklıydım yazmaya da okumaya da. hatırlıyorum, ilkokulun henüz ilk haftası nesrin öğretmen okumayı bilenlere bir uygulama yapmıştı. hepimizi tek tek yanına çağırıp 60 saniyede kaç kelime okuyacağımızı hesaplamıştı. 60tan biraz fazlaydı okuduğum kelime sayısı. neden mi hatırladım bunu? çünkü tuttuğum ilk günlüğün, ilk sayfası bu anıyla başlıyordu. annem sayfamı okuyup 'atmış' değil de 'altmış' yazdığım için gurur duymuştu benimle. ilk sevinçlerden biri. o günlüğe veya daha sonra tutmaya çabaladıklarıma ne oldu pek bilmiyorum, bir tanesi hariç. 6. sınıfta üzerinde harry potter resmi olan kalın kaplı minik bir defterim vardı yanımdan hiç ayırmadığım. günlüğümdü ya da öyle bir şeylerdi. sonra kendi yazdıklarımı unutabilirmişim ya da o defterden kurtulunca yaşadıklarımdan da kurtulabilirmişim gibi defteri sayfa sayfa parçalayıp yok etmiştim. amaçsızlık. bu salakça huyumu nasıl edindim kendime inanamıyorum, anıları yok etmek? inanılmaz. çok şükür ki kurtuldum bu rezil hareketten asla anılarımı parçalara ayırmıyorum uzun süredir. gökhan sayesinde biraz da. çocukluk aşkımla birbirimize yazdığımız minik mektupları yok ettiğim için hala deliler gibi pişmanım ya, şimdi beraber yine sokakta oturup o kağıtları okuyacak ve katılana kadar gülecektik. benim yüzümden mahvoldu bu ama olsun, akıllandım ya. bundan sonra bakmaya katlanamadığım anılarımı bile yok etmeyeceğim dedim -ki sözümü çoğunlukla tutuyorum- en fazla ortadan kaldıracaktım bir süreliğine, canımı acıtmayana kadar. sonra bulduğumda da en fazla bir damla gözyaşı ve ufak bir tebessüme sebep olacaklardı. anıları yok etmemek lazım gerçekten. aklımdan ne geçiyormuş acaba. ahh. her neyse, bu bir başlangıç dedim, hayat hikayemle girmeme gerek yok sadece yazmaya bir başladım mı hızımı alamıyorum ve sayfalar dolusu yazmaya devam ediyorum ta ki parmaklarım yorgun düşene dek. bu kez kesiyorum bu yazıyı. daha yazmam gereken çok şey var