21 Eylül 2010 Salı

yok adı

güzel izmir'in güzel kordon'unda bir akşamüstü. burçak ve erdem'le sunset'ten çıkmışız, kara kış. izmir donuyor yine. içimdeki izmirli'yi eritmeye kararlı pis istanbul havasına alışmış bedenim, tir tir titriyor izmir'in ayazında. paltom, kat kat giydiğim kazaklar, sarındığım atkılar, başımdaki yün bere, ellerimdeki yün eldivenler, kat kat çoraplarım ve botlarım, kesinlikle işlevsiz, donuyorum adeta. sarılıp vedalaşacakken, sarılıyoruz üçümüz ve dişlerimiz birbirine çarpa çarpa sadece durabiliyoruz, hareket kabiliyetimizi bile engelleyen bir hava işte. nefesimin havada asılı kaldığına yemin edebilirim, uzansam dokunabilirdim soğuğa, hani bir soyutluk bu kadar somutluk kazanamazdı.
ama o anı, o günü, o yeri düşündükçe soğuk değil hissettiğim şimdi, bütün bedenimi sarıp sarmalayan bir sıcaklık, içim ısınıyor adeta. ironik değil mi, hayatımda belki de hiç o kadar üşümedim ama anısı hala sımsıcak, hissettiğim en güzel sıcaklık hatta. ne bir duyguda ne bir dokunuşta hissedemediğim bir şefkat var o anda. sanırım yer, zaman ve biraz da 'ben'im bunu böyle yapan. zihnimde öyle bir korumuşum ki o anı, farkında bile olmadan, düşüncesi gelir gelmez aklıma, huzurun tanımını yapıyorum kendimce.
şimdi izmir'de, ama eylül hüznünü değil, kara kış soğuğunu yaşamak istiyorum. iliklerime kadar üşüyeyim, dişlerim kırılacakmış gibi çarpsın birbirine, ellerim titresin bir şarkı seçemeyeyim orada kendime. -nedense 'bal' geldi aklıma ilk, şuan onu dinlediğim için belki de. 'bal' da içimi ısıtan şarkılardandır, her ne kadar buz kesilmeme sebep olan anıları da canlandırsa zaman zaman, 'bal' ın yeri ayrıdır.- evet o soğukla kendime geleyim, bir silkeleneyim, bir yandan da sımsıcak olsun içim. çünkü ne hava ısıtıyor insanın içini ne başka bir şey. anıların gücü yadsınamaz, takıntıların da. her ne olursa olsun, ben burçak ve erdem'le geçirdiğim o günü anarken hep böyle gülümseyeceğim ve hep böyle sımsıcak olacak içim, hissediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

söylemeden edemicem..