26 Eylül 2010 Pazar

kendimi dinleyemiyorum

kendimi dinleyemiyorum derken, kendimle başbaşa kalamıyorum da diyebilirim. bunu bu yaz, kuşadası'nda keşfettim. (tabii ki.) tabii ki, çünkü kuşadası'nda bulduğum huzurla hep kendimle ilgili yeni şeyler keşfederim. profesyonel olarak basketbola devam edemeyeceğime ilk orada karar vermiştim. hayallerimin okulunun boğaziçi olduğuna da. kadıköy anadolu tercihimi orada yapmıştım, önemli insanları hayatımdan orada çıkartmıştım. herneyse..

adaya ilk gittiğim zamanlardı, hiç ama hiç yalnız kalmıyordum neredeyse. ailem, uzun zamandır görmediğim arkadaşlarım, geveze ve hoşsohbet komşularım, kuzenlerim ve diğer herşey sürekli oyalıyordu kafamı. diziler izliyordum, durmadan kitap okuyordum. ama gece yatağa yattım mı, uyku tutmuyordu hiç bir şekilde. 'uyuduğumu' hatırlamıyorum zaten, hep yorgunluktan bayılıyor ya da en sonunda uykusuzluğa dayanamayan bedenim sızıp kalıyordu. uyuyamamamın kendimce sebepleri vardı; dayım,anneannem ve bazen kuzenimden gelen senfonik horultular, evde 98579 kişi olduğumuz için ışığın ve sesin bitmemesi, dayımın televizyonu kapatmadan uyuma huyu.. fakat bir gün, evde sessizce uyuyan yengem ve küçük kuzenimden başka kimse yokken, odada yalnız uyumaya çalışırken, bir tek ışık bile beni engellemezken de aynı sorunu yaşayınca anladım. sorun dışarıdaki seslerde değildi, sorun kafamın içindeki seslerdi.. bir türlü susturamadığım gevezelerdi kafamdaki, engelleyemiyordum onları. gündüz sesleri kısık kalıyordu, ama gece acısını çıkartıyorlardı. ben de kendimce bir yöntem geliştirdim. i-touch'ıma bir playlist yaptım, 60-70 şarkılık. hepsi ağır ve uyku modu şarkılar, koydum kulağıma, kendimi dinleme zorunluluğum olmadan huzurlu bir uyku çektim. tabii bu alışkanlık haline geldi, kendimi dinlemek yerine güzelim sesleri dinliyorum artık, onlar benim gibi karga da değiller.

böylece kafamdaki sesleri ignore ettiğimi düşünüyorum. (kendimden tiksindim, ignore değil tabi hımm emm şey, devre dışı bıraktım, duymazdan gelebildim, yok saydım falan filan) fakat yine kendimden kaçamıyordum. yine bir gece kimseyi görmek istemiyordum ve tek başıma yürüyüşe çıktım. hayat kurtaran i-touch'ımı da aldım ki cebime, zihnim yine beni çileden çıkartmaya çalışırsa ona kafa tutabileyim diye. müzikle gittikçe hızlanan adımlarım bana birşey söylemek ister gibiydi, sanki yürüyüş yapmıyordum kulağımda tempolu bir müzikle, kendimden kaçmaya çalışıyordum. ama ne kadar hızlı yürürsem yürüyeyim, olmuyordu işte, ben hala bendeydim, kaçamıyordum.

anladım tamam bunun çözümü yok, ama hastalığın farkında olmak tedavinin ilk adımıdır derler, belki de kendimden kaçma çabalarımın farkına varmam bende bir gelişmeye sebep olur. hoş, neden kendimden kaçtığımı anlayamıyorum, nedenini gerçekten bilmiyorum çünkü aslında hiç bir sorun yok, hatta mükemmele yakın giden bir hayatım var. ama ben geçmişiyle bir türlü barışamayanlardanım, yaptığım en ufak hataları bile unutamayıp, büyütüp büyütüp kendime cezalar verme eğilimindeyim. bunu engellemek gayet zor olmakla beraber, imkansız olmasa gerek. çünkü eğer imkansızsa, sorunsuzluktan sorun yaratıp kafayı yiyebilitem var. (laf.)

öyle, bir nedeni bir sonucu olmayan yazıydı bu, içimden geldi sadece.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

söylemeden edemicem..