7 Eylül 2010 Salı

basketbol

siz futbol mu diyorsunuz hala? o 40 dakikaya sığan muhteşem hareketleri hiç görmediniz mi? kalbiniz çarpmadı mı son 1 dakikada 10 sayı farkı kapatırken takımınız, ya da tüm maçı önde götürüp son saniye üçlüğüyle yenilirken? mümkün değil mi bunlar sizin futbolunuzda? neden şaşırmadım acaba?

çünkü basketbolun tutukusu, aşkı, telaşı bambaşkadır.bir maçı izlemek değildir yalnızca, gerilmek ve heyecanlanmak da değildir tek başına. o top potayı yalayıp yere sekmeden önce çığlık atan her insanın damarlarındaki adrenalindir basketbol. asistlerin güzelliğini yakalamaktır, fake lere cevap alabilmektir. muhteşem bir üçlükle skoru hoplatmaktır. her maçı izlerken canınızın çekmesidir, ben oynamak istiyorum diye bağırmaktır.

yıllar oldu ben basketbolu bırakalı. okul takımlarını saymıyorum, kulüp takımında geçen senelrden sonra okul takımlarının haftada bir antrenmanları, ayda yılda bir maçları hiç kesmedi beni çünkü. çok özledim basketbolcu olmayı, elime topu alıp saatlerce bırakmamayı. hırstan ağrımı unutmayı, skoru değiştiren sayımla gözlerimin dolmasını, tribündeki sesleri, bench'ten gelen arkadaş alkışlarını. artık yerimde oturup televizyon kumandasıyla yönettiğim maçları istemiyorum, tekrar dönmek istiyorum parkelere, sıçramak istiyorum, şutör olmak istiyorum tekrar. tekrar, tekrar. bu şampiyona mahvetti beni, izlerken maçları ağlıyorum artık, ben de oynamalıyım, ben de diye. çılgınlar gibi özledim çünkü o topların kokusunu, salona girdiğimde ciğerlerimi dolduran havayı, soyunma odası geyiklerini, kondüsyon antremanlarından sonra kendimi çimlere atmayı. ne yalan söyleyeyim, line-drill eziyetlerini, ceza koşularını hatta ceza antrenmanlarını bile özledim. olduğu gibi özledim işte, iyisini kötüsünü herşeyini.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

söylemeden edemicem..