31 Mart 2011 Perşembe

boğaziçi boğaziçi

ya yapmayayım diyorum diyorum da,
hakikaten dünyanın en güzel okulunda okuyorum ben.

böyle bir kampüs yoooook. böyle bir güzellik yoooooook.
ergen heyecanlarına kapılmamın sebebi, bir kez daha baharın inmesi boğaziçi'ne.
dün gece, ılık havada güney yokuştan yukarı yürürken, solumda kalan muhteşem boğaz manzarası ve ışıl ışıl köprüye bakmaktan bir kaç saniye hareket edemedim, kitlendim. şükrettim, ilk kez. hayran oldum, bir kez daha. ne kadar şanslı olduğumu anladım, bu dünyalar güzeli okulda olma fırsatım olduğu için. inanın, trafikten bile şikayet etmedim dün!

benim güzel üniversitem, sen aşşırı derecede sevimli birşeysin, kedi canını senin..

23 Mart 2011 Çarşamba

zaman geçtikçe

bıktım aslında zaman geçtikçe her şey nasıl da değişiyor klişesinden. büyük bıktım.
ama düşünmeden de duramıyorum.

canım ciğerim zaman geçtikçe yabancıya dönüşüyor.
umrumda olmayan zaman geçtikçe hayatımın merkezine oturuyor.
önemsizler önemli, en önemliler önemsiz oluyor.
kayıtsız kalamıyorum zaman geçtikçe.
zaman geçtikçe alışacağıma, özlüyorum ben.
hiç durmadan özlüyorum.
birini özlüyorum, bir yeri özlüyorum, bir başkasını özlüyorum, bir zamanı özlüyorum, bir başkasını daha özlüyorum, bir ruh hali özlüyorum, bir başkasını özlüyorum, bir boşluğu özlüyorum sonra yine onu özlüyorum.
zaman geçtikçe farkediyorum, farkettikçe zaman daha hızlı geçiyor.

saçlarım uzuyor, görmüyor.
ders çalışıyorum, görmüyor.

zaman geçiyor, ben bambaşka oluyorum.

yine bir başkası, gözünün önündekini görmüyor.
özlüyorsun görmüyor.
üzülüyorsun görmüyor.
düşünmemeye çalışıyorsun görmüyor.

zaman geçiyor, sen değişemiyorsun.


zaman geçiyor, ama bir yavaş bir hızlı. kış bitmek bilmiyor, sıcak günler hemen geçiyor.
lanet olası mart bitmiyor, haziran bir türlü gelmiyor.
zaman geçiyor ama sen geçmiyorsun, geçemiyorsun. kaybolduğun her seste yeni bir ümit doğsa da, farketmiyorsun. ses ne ki diyorsun, aslında ne değil ki ses.

gözün gördüğünden de iyi görür kulak aslında. yüzünü unutabilirsin, sesini asla. zaman geçiyor, yüzler değişiyor, sesler hiç değişmiyor.


farkettim de, pek köklü değişemiyorum aslında. eskiden de öylesine yazasım geldiğinde açar anlamsız ve bağlantısız cümleleri birbiri ardına sıralardım, sanki benden başkası okusa anlayabilecekmiş gibi. ama ben anlama ihtimallerini seviyorum, anlamasını istediğim biri olsun ya da olmasın, anlayabilir belki beklentisi ayakta tutmaya yetiyor beni. yine neyi neye bağladığımı bilmiyorum. son zamanlarda çok özlediğimi biliyorum. birden fazla kişiyi, birden fazla yönden özlüyorum. bir kez görsem sarsılacağım insanlar var, var. görüp sarsıldığım da var.
özlemeken geberdiğim de var, kilometrelerce uzakta. çok zaman geçtiği için ayrı, yanımdayken bile özlediğim de var. aradan geçen vakti telafi edercesine sarılıp bırakmayasım.

havalar düzelmiyor, oysa ben bahar moduna girmiştim bile. yazık, mart'ı biraz sevebilmek isterdim. mart benim için karanlığı ifade etmeye devam ediyor, ettiği yere kadar.

zaman geçiyor, mart bitmiyor.

17 Mart 2011 Perşembe

defne joy

biraz zaman geçmesini bekledim evet..

Portekiz'deydim haberi aldığımda. Annem arayıp söyledi. Durdum bir an. Aslında çok da bir şey ifade etmemeliydi, üzülüp geçmeliydim. Çok takıldım, çok etkilendim. Öyle ki, şuan Portekiz'de geçirdiğim 2 buçuk gün her aklıma geldiğinde, kaldığımız evi her gözümün önüne getirişimde titriyorum, ölümle bağdaştı benim için o bir kaç gün. Kötü oldu.

Evet çok tatlı aşırı enerjik ve inanılmaz sempatikti. Evet büyük bir hata yaptı, evet yakışmayan bir biçimde veda etti hayata. Ve arkasından oluşan polemikleri haketmeyecek bir kadındı da aslında, Hıncal'ın sözlerinin bir çoğunu haklı çıkaracak hareketleri de olmuştu. (o yazının hemen her cümlesine üzülerek katılıyorum, son cümlenin çirkinliği ve haksızlığı dışında elbette)

Beni bu kadar etkilemesinin sebebiyse, sanırım onunla tanışmış olmamdı. Bir gün geçirmiştik beraber, birlikte bir çekim yapmıştık. Adımı söylemişti defalarca, yüzüme bakarak konuşmuştu. Çakmağımı ödünç almıştı. O zaman minicik olan oğlundan bahsetmişti bana, sevgiyle. İltifat etmişti bana. Çok iyi anlaşmıştık biz. Çok sevmiştim ben onu. Çok kısaydı, ama çok güzeldi onunla geçirdiğim vakit.

Huzurla uyusun, duymasın arkasından konuşulanları. Reenkarnasyon varsa ve bir daha gelirse de, aynı hataları yapmasın, minik yavrusunu düşünsün, ben de onu her andığımda gülümseyeyim tekrardan.


15 Mart 2011 Salı

blog meselesi


Bir yerde gördüm, o kadar doğruydu ki, katılmadan edemedim. İşte Türkiye'min hali. fizy'mizin kapanması ilk maymunu, youTube'un kapanması ikinci maymunu, son olarak blogger'ımızın kapanması da üçüncü maymunu gösteriyor aslında. Bana sorarsanız üçüncüsü en ağır ve en acımasız olanıydı. Mesela benim günlüğümü, film ya da müzik eleştirilerimi, teşekkürlerimi, en sevdiklerime adadığım içimden gelen en saf duygularla ortaya dökülen kelimelerimi çaldılar benden. Müziklerimden ya da videolarımdan daha değerliler onlar, hatta hayattaki en değerli şeyler kelimeler.

Bir nevi konuşma özgürlüğümüzü elimizden aldılar, ifade özgürlüğümüze tecavüz ettiler. "nefret" değil doğru kelime, "utanç". Evet, ben artık yıllar boyunca taptığım ülkemde yaşamaktan utanç duyuyorum. Gurur duyduğum tarihime tutunamıyorum. Her zaman güvendiğim Türk zekasından şüphe duyuyorum. En kötüsü de, inancımı tamamiyle kaybediyorum. İyiye gideceğimize dair zaten ölüm döşeğindeki inancım, son nefesini verdi veriyor. Yazık. Yalnızca yazık. Görmedim, duymadım, bilmiyorum mantığı iliklerimize kadar işlemiş bizim. Bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılar olmuşuz hep beraber. Ve bizim yüzümüze tükürenlere yarabbi şükür demeyi uykudan beter bir alışkanlık haline getirmişiz.

Sonumuz ne olacak bilmiyorum ama, benim sonum bu ülkede olmasın istiyorum, içim kan ağlayarak.