28 Şubat 2010 Pazar

güzel bir gün

bir kere dün çok güzeldi, bugüne nasıl güzel başlanmaz? mide ağrısı can sıksa da akşama doğru ilaçlar etkisini gösterip beni kendime getirdi ve ben cumartesi akşamını evde geçirmek zorunda kalmadım. son haftaların ayrılmaz ekibi olan ender-barış-yusuf-can-(opsiyonlu ali)-destine-seren-özge-(mal serhat&ateş dün yoktunuz) yine tam takım fenerbahçe yolunu tuttuk ama bu sefer alt metni oldukça kuvvetli bir hedefimiz vardı. parlak zekalarımızı konuşturmak ve yaratıcılık yarışına girmek dünün esas amacıydı. barış ve benim çılgın hevesimiz ve ender+seren katılımıyla oluşacak ekibimizle flugtag2'ye katılma niyetindeyiz. dün de sağlam bir brainstorming yaptık diyebiliriz. sonra tabii ki fenerbahçenin olmazsa olmazı batak masasına geçildi ve dbe grubu ös grubunu yedi bitirdi. oradan caddebostan, oradan seren'in evi. serenlerde uyumak ne mümkün, bıdı bıdı şeklinde geçen saatlerimi şenlendiren ender, oldies but goldies albümüyle beni benden aldı. saatler sonra nihayet uykuya daldığımda da çılgın rüyalar peşimi bırakmadı. genelde büo ağırlıklı rüyalar görmekle beraber, tuhaf bilinçaltım yine bana fake attı ve kasklar, alışveriş yapan veletler falan gördüm. neden, bilmem.

çok güzel bir muhitte yaşıyoruz biz. serenlerden eve gelene kadar resmen bunu yaşadım. babam sağolsun, yürümeme razı olmadı geldi aldı beni arabayla. uğramamız gereken pastaneler gereğince geçtiğimiz yollarda ne anılarım vardı. kaç kere karlarda yuvarlanmıştım o sokaklarda ya da ne kovalamacalarımıza şahit olmuştu bu kaldırımlar. bir de kaan'ın sokağından geçtik, alpark'ı, araba kullanmayı öğrendiğim sokağı, otopark'ı yaşadım kısa bir an için. ejder pastanesi sonra, 13 sene önceye götürebildi beni. sokağımıza girdiğimde de tam otopark girişimizdeki elektrik direğinin (inanılmaz derecede yıpranmış, yamulmuş, devrilmeye meyilli) değiştirilmekte olduğunu gördüm. evet dilara, o direk. hani biz 8-10 yaşlarında sokakta oynarken senin üşümen üzerine annenin giymen için attığı hırkanın takıldığı direk, yıllarca tepesinde hırka asılı olarak yazlar kışlar yağmurlar karlar geçirmiş direk. o bile bir yokladı hüznümü, oysa edaların evinin yerine dikilen ve deniz manzaramı kapatan iğrenç beton yığını yeterince sinirimi bozuyordu her gördüğümde. yine de mahallemizin güzelliği, günü çok güzel yaptı bugün.
aşırı bir mutluluk var içimde, ferahlık. çok sevdiğin, seni çok seven insanlarla çevrelendiğini hissettiğinde gelen bir mutluluk bu. bütünlükten gelen, kenetlenmenin verdiği güç gibi. pazar kahvaltılarını aksatmayan ailemin de katkısı büyük tabii. yine teşekkür ederim hepsine. burada ve benimle oldukları için. olmayanlar utansın.

19 Şubat 2010 Cuma

bugünnnn

bugünü pek bi yazasım geldi, günlük gibi.

sabah melis hanımla uyandım, cadı rahat bırakmadı. (he yani madem provana geç kalma lüksün var, benim tatlı uykumdan ne istiyorsun?!) ama iyi oldu (nasıl yalan) güne biraz daha erken başladım. güzel bir kahvaltı, arkasından cadıyı yolcu etmek.

sonra cumartesi akşamı evimde ağırlayacağım süper özel konuklar için alışverişe gittik annemle. oldukça fazla cips,çerez,meyve suyu ve alkol arabaya yüklendikten sonra, annem için stresli (sürücü koltuğunda oturan kızı olunca azıcık öyle oluyor bayan) bir yolculukla garanti bankasının yolunu tuttuk. amaç: harç yatırmak. arabayı park etmemle beraber annemde gözle görülür bir ferahlama. garanti'ye girdik sonra. dedim teyze ben harcımı yatırıcam. kızım hangi üniversite dedi. (öhöm öhöm) boğaziçi üniversitesi teyze dedim. (tamam teyze demiyorum şuan sıktım) kadın bana baya bir hayranlıkla baktı ayıptır söylemesi, hoşuma gitti tabii. onu da hallettikten sonra yine sürücü koltuğuna oturmamla (evet yine) anneciğim yine biraz gerildi. (ama artık alışman lazım) artistik patinajcı misali manevralarıma bile bir aferin demedi. pis. neyse evimize (sağ salim) varınca, çok mutlu oldu kendileri. ağır poşetlerimizi eve taşımamızla beraber maceramız son buldu.

günün diğer kısmı oldukça heyecanlı. hızlı bir hazırlanma ve mecidiyeköye gidiş. babamdan kredi kartını alış. uzmanyla buluşma ve laptop almaca. ve hayatımda duyduğum en doğru cümle geldi; ''sen daha yemeğine karar veremiyorsun, laptop'una mı karar vereceksin?!'' adam haklı yahu. o yüzden kendimi onun ellerine bıraktım ve tıpkı ne istediğimi bilmeden gittiğim zaman kuaförümle giriştiğimiz gibi sessiz bir anlaşma içinde, herşeyi o halletti. neyse, aldık şekerim laptop'umu. (şimdi açarsam sabaha kadar bırakamam, sabahın köründe kalkıp tiyatro çalışmasına gidicem diye goldie'mi açtım, şeker laptopum orda bana bakıyor çok çekici ama ben çok irade sahibi bir yavruyum.) çok mutlu oldum tabii. heyecan falan yaptım yeni cici almış çocuklar gibi oldum. centilmen beyfendi bana taşıtmadı yeni bilgisayarımı, ama onunla yollarımız ayrıldığında başbaşa kalabildik ciciyle. ama uzun süremedi bu da.

çünküü, önce fener'in hezimetini, sonra keita'nın showunu izlemek üzere havelka'daki yerimi almıştım. başbaşa olamamamızın sebebi ise cicimle, başımın belası seren, serhat, ender ve ender'in (ciddi anlamda) tayfası idi. yan masamızda tabii ki, havelka'nın demirbaşı engin ve ekürileri, tepemizde tvler, e tamam. 1-1lik skor resmen tatmin etmedi bizi, fark yememizi bekleyenler avuçlarını yalarken, biz 2. golü bulamadığımıza yanıyorduk.

evet sevgili günlük bugün bunlar oldu şimdi de tahıllı bişeyler yiyorum (neden tahıllı bilmem ilk onu buldum) ve uykum beni zorlasın diye bekliyorum. yarın tiyatro hep tiyatro yaşasın tiyatro. öfb, evim. büo,ailem. o kadar oldu yani. p.s: ( i love you dermişim) undisclosed desires dinliyorum yine, 6 ay falan geçti sanırım, sıkılmadım. sıkılmicaaaam.
lost izlemem lazım. cumartesi akşamı toplayacaklarım için de biraz heyecanlı olabilirim. (şimdi günlük oldu ya, aklıma ne eserse yazıyorum anlık.) ender'i seviyorum ama bazen de sevmiyorum. sigara paketi almıyorum. engin'i havelka'da bir gün görmesem eksiklik hissediyorum. yeni laptopum çok şeker ve beni çok mutlu etti teşekkür ederim sevgili babacım. skecılımdaki perşembe can sıkar. rasim boran nerelerdesin acaba sesin var görüntün yok. gözlerin çok güzel facebook şarkısı (tamamen taksideki an yüzünden bebeğim) oldu mu bu şimdi bu ya recep ivedik(aman tanrım) öptüm byeeee kadar saçma bir veda var mıdır acaba? vardır elbet.

16 Şubat 2010 Salı

suçiçeği

sol gözümün altındaki kocaman su çiçeği lekemi çok seviyorum. bana su çiçeği denmesini ne çok severdim. seviyorum seni lekecik. deformasyon değilsin sen süssün benim için. yaşasın su çiçeğim

9 Şubat 2010 Salı

net.

net dediğim, nitelikli eğitim topluluğu. yalnızca bir eğitim topluluğu olmaktan çook uzak 6 nitelikli ve girişimci -canım ciğerim- hocamızın bir araya gelip, deniz müzesi tadında döşedikleri şipşirin 2 katlı minik eğitim yuvamız 'net'.
bir kere çok eğlenirdik orada biz. adam yerine konurduk, aile ortamında, her tür şeyimizi konuşabileceğimiz büyüklerimiz ve yaşıtlarımızla donatılmıştık.
bir gazi hocamız vardı, gencecik bir baba hepimize. odasına girer, arkadaş gibi, abi gibi muhabbet ederdik.
benim kumadama benzettiğim, yeşile boyasak shrek'e dönebilecek dünya tatlısı kocaman bir tarkan hocamız vardı. güya felsefe dersine gelirdi de, rehberlik de onun işiydi. onun odasına girince muhtemelen öldürücü bir bakış arkasından sıcak bir gülümseme ve baya şen bir kahkaha ile karşılaşırdık. ders çalışmıyorum diye acayip kızardı ilk başta da, sonra benim çalışarak değil gezerek başarılı olduğumu çözdü ve beni rahat bıraktı.
fulya hoca tarih hocalarım arasında açık ara en iyisiydi, ağzımız açık onu dinlerdik, hiç baydığımızı hatırlamıyorum.
nevruz hanım, tam bir çatlak, çook tatlı bir coğrafyacıydı. bizim için boş gününde gelirdi, canım benim.
cem bey, heey desss diye çağırırdı beni, heey ceemm derdim ben de ona, zeka fışkırırdı ondan da.
güzel murat, dünyanın en muhteşem adamı da bizim geometricimizdi. bir ara okuldaki sınavımız için yamuk ve paralelkenar'ı bize öyle müthiş anlatmıştı ki, diğer öğrencilerin yapamadığı soruları biz onlara anlatıyorduk, expert olmuştuk resmen. mumu, muhteşem murat, hakikaten çok güzel adamdı, çok kafa adamdı. her dersinde gülmekten yarılırdık.
e bir de savaş vardı, benim yakışıklı kelim, 1 numaralı matematikçim. onun derslerini iple çekerdim. çünkü bir girer, fırtına gibi eser, iki dakikada konusunu anlatır, öğretir, kavratırdı, sonra hayvanlar gibi muhabbete ve eğlenceye dalardık beraber. küfür kağıdı mı yapmadık onunla, sevgililerimizi mi çekiştirmedik. hepimiz ona aşıktık, o da hepimize aşıktı. hepimiz onunla kankaydık, o da hepimizle kankaydı. yaşlanmasına, göbeklenmesine, saçlarının günden güne dökülmesine şahit olmasam hep aşık olabilirdim de, kaderine küssün ahah.
kantininden sekreterine, güvenliğinden öğrencilerine, herkes müthişti orada. sınıfımız çok iyiydi, dersten çok eğlence vardı bizde, onu hatırlıyorum. mavi,yakamoz,yunus falan vardı. derin, anemon falan. çok güzeldi ya, çok iyidi. hepsini çok özledim de, ööyle anayım dedim.

7 Şubat 2010 Pazar

across the universe


Beatles seven herkes zaten izlemeliyim demiştir bu filmi duyar duymaz. Benim haberim yoktu, Melis ve rock korosunun Beatles sevdası bir de Melis'in Başar'ında geçen akşamdan kalma bir sabah sonrası filmin son sahnesini izleyelim demeleri üzerine hayatıma girmiş bulunmakta bu güzel filmceğiz. Son sahneyi izlettiklerinde (Melis özellikle dikkatleri Jude'un Lucy'e bakışlarına, iç geçirmesine çekmişti) sırf o sahne için bile izlenir demiştim. Baştan sona izlerken ise, aynen dvd nin arkasında yazdığı gibi, defalarca izlenir dedim, tıpkı favori albümünüzü dinler gibi.
Across the Universe, 2007 yapımı, Julie Taymor yönetiminde, müzikal tadından fazlasını barındıran bir şölen. O Kadın'ı hatırlarız, Sezen Aksu şarkılarından oluşturulmuş gayet keyifli bir filmdi ama, bir tek diyalog bulamıyorduk filmde, aradığımız halde bazı yerlerde. Burada o sorunu yaşamıyoruz, direk diyalogların arasına yediriyor yönetmen Beatles şarkılarını. Pek tabii, film sonlara geldikçe coşuyor. Ve özellikle 'Hey Jude' ve 'All You Need Is Love' şarkılarına giriş ve şarkıların sonuna kadarki süre gerçekten tüyleri diken diken eden cinsten sahneler.
Zaten ekibimiz çok tatlı, Jude ve Lucy'nin aşkı oldukça sevimli, sürekli bir 'ayyy' diyorsunuz ister istemez. Ayrıca Bono konuk oyuncu olarak renk katıyor film ekibine, hareketlenme oluyor onun sahnesinde. Çok saçma bulduğum 2 sahne vardı, onun dışında tüm filmi ayıla bayıla izledim. Ama en sonuna geldiğimde, o gün Melis ve İdil'le beraberken verdiğim tepkinin 3 katını verdim. O gün 3 kız, Jude'un Lucy'i görüp iç çekmesine 'YAAA ÇOK TATLIIIIIII' gibi tepkiler verip erimiştik ama bu kez direk gözlerim doldu, acaba biri birine gerçekten öyle bakabilir mi, biri birini görünce o kadar mutlu olabilir mi diye düşünüp azıcık hüzünlenmiş olabilirim.
Tavsiye ediyorum kısacası, güzel film, zaman kaybı değil kesinlikle. Romansına güvenen erkek arkadaşlar alıp kız arkadaşlarını onlara böyle bakabilir filmden sonra=)

3 Şubat 2010 Çarşamba

iyi ki doğdun dünya güzeli !

2şubat, izmir'in en güzel kızının doğum günü. annem alınmasın, 66yaşındaki genç kız, bal gözlü azizuşumun yaş günüydü. çocukken annemi reddedip ona anne derdim ben, o kadar severim anneannemi. dünyalara değişmem onu, hep gülsün güzel gözleri, hep dünyam desin bana. canım, güzeller güzelim.. iyi ki doğmuşsun, çirkin dünyaya çiçek gibi açmışsın. çook uzun yıllar burda kal daha, benim çocuklarımı da büyüt, onlar da benden çok anne bilsinler seni çocukluklarında (büyünce benim gibi annesini de aşırı sevip seni büyükanne bilsinler ama) seni çok seviyorum, seni çok seviyoruz. iyi ki varsın azizuş. egenin güzeli azizuş. izmirim benim, izmirlim. her yaş yakışıyor sana fıstık. hadi bakalım, 70lerine kadeh kaldıralım şimdi de.

1 Şubat 2010 Pazartesi