23 Nisan 2010 Cuma

kader

hani şu kader konusunda kafam biraz karışık ya, bir inanıyorum bir inanmıyorum, adımla bile alıp veremediğim anlamı ya.. bugünlük inanıyorum diyelim. ayıp olmasın, kader var.
olabildiğince mutsuz bir güne hazırdı modum, bugünü suratsız geçirmeye baya kararlıydım. dün akşam showband'i 3. ve son kez izlerken de, bitiş şarkıları bana ortamımı iyice hazırlamıştı. ''no hope, no love, no glory, no happy ending..'' diye sürüp giden şarkı tam istediğim cinstendi hani moda girdim ya ben şimdi..
amaaaaaaaaaaa.. (çok heyecanlı olmadı mı!) resmen tesadüfler zinciri, resmen 'kader'di bugün. hani ben böyle etkilendiğim bir olay yaşayınca yazmadan duramam, yazana kadar içim içime sığmaz ya, saatlerdir leventin dükkanında eve gitsem de blogumu açsam diye yerimde duramadım, o derece.
uykusuz, huysuz bir günde derse kuzeyde başlamak oldukça kötü. güneye inmek her ne kadar insanın içini de açsa, gözümü ilk kuzeyde açtığım için güne 1-0 geriden başladım. suratsızlığım üstümde, tam istediğim gibi düşüncelere dalmış bir şekilde çarşı kantinin yolunu tuttum. tatlı magic break için ödeme yapmam lazım falan, nasıl olacak ne etsek diye düşünürken (ilk tesadüf olabilir) harbiye'ye gitti denilen nafiz ortaya çıkıyor. benim nafizle oraya gitmem kararlaştırılıyor. 3 saatlik dersim, hocanın geç kalmasıyla iptal oluyor (bir tesadüf daha) ve biz gidiyoruz harbiyeye. hayatımda ilk kez gidiyorum oraya, karşı çocuğuyum zaten anlamıyorum bu tarafları, turist turist nafizin kuyruğunda gidiyorum. işimi hemen hallediyorum ve bu kez tek başıma dönüş yoluna geçiyorum. hikayem burada başlıyor aslında. normalde, yürü taksime, bin hisarüstü otobüsüne, çat okulunun önüne. ama hayır. (buyrunuz tesadüf) beşiktaşlı kardeşler yürüyüş yapıyorlarmışmış da, taksime gitmemeliymişim de. ben de metroya yürüyorum. metro kültürü oldukça düşük bir insan olarak nerden bineceğim bile benim için merak konusuyken kendimi levent metrosunda buluyorum. ilk bulduğum boş yere, iki tane abinin arasına oturuyorum. (dım dım tıs tıs o abilerden biri biri biri) sağıma bakıyorum yurdum insanı, açmış bir kitabı sakallarını kaşıya kaşıya okuyor. soluma dönmemle ilk an gözüme fransızca gibi gözüken bir dergi okuyan turist ömerle karşılaşıyorum. zaten gideceğim topu topu 3 durak, etrafıma bakınıyorum ama yanımdaki turist abi ilgimi çekmiş.
levent durağına geldiğimizde ayaklanıyorum, abi oturuyor. iniyorum, nereden çıkacağım ben şimdi diye etrafıma bakınıyorum. yürüyen merdivenlere yöneldiğimde arkamdan bir silüet. beraber çıkıyoruz merdivenleri, bir ben önde bir o, bir ben duraksıyorum bir o, bir merdiven daha, bir köşe dönelim derken yukarı çıkıyoruz. artık yollarımız ayrılmıştır diye bakmıyorum bile. levent çarşı sokağına dalıp, yolumu bulmaya çalışıyorum saf saf. ama arkamdan geldiğini de görüyorum bu arada. nereye gideceğim hakkında hiç bir fikrim olmadığı için bakına bakına gidiyorum içgüdüsel bir şekilde ve kimseye de sorasım gelmiyor sevdiğim için bu avareliği. ama en sonunda benim turist ömer'in sesini duyuyorum arkamdan. gülerek 'are you following me?' diyor bana. ilk şoktan sonra, yalnızca okuluma gitmeye çalıştığımı söylüyorum. belçikalı olduğunu öğrendiğim bu şeker adamla konuşa konuşa güle güle baya bir yürüyoruz. benim yolum belli değil, takılıyorum peşine. 15-20 dakika kadar yürüyüp onun gitmesi gereken yere varıyoruz fakat randevu saatine 15 dakika var. bana çay içelim diyor, oradaki büfeye oturuyoruz. büfeci adam kahkahalarımıza anlam vermeye çalışıyor, koyu muhabbetimize, yarı ingilizce yarı türkçe komik dilimize anlam vermesine imkan yok. gitme saati geldiğinde resmen üzülüyoruz. centilmenliğini de göstermeden edemiyor, gidip ödüyor içtiklerimizi ve bana memnun oldum tarzı laflar ve teşekkürler ettikten sonra gidiyor. salak salak yürüyorum uzun süre, sonra da bir taksi çeviriyorum pes edip, okula varıyorum.
evet, sevgili yol arkadaşımla konuştuklarımızı yazmadım çünkü çok uzun, değişik ve spontaneydi hepsi. aslında yazsam, neden bu kadar etkilendiğim çok açık olurdu ama, olmasın. bana özel kalsın.
günüme renk katan, asık suratımı güldüren, kaybolmama değen adama teşekkür ederim. kadere de. onunla bizi buluşturan kader değil de neydi bugün, harbiyeye gidiş maceramdan tut metroyla dönme kararıma, yolumu kaybetmeme.. tesadüfler zinciri hiç bu kadar hoşuma gitmemişti..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

söylemeden edemicem..