23 Temmuz 2012 Pazartesi

11 mayıs 2011 tarihli bu yazı, bakmayın şimdi yayınlandığına.

"özel" kelimesinin can bulduğu iki insan onlar. "özel" artık bir kavram olmaktan çıkıyor, somutlaşıyor, önümde bir beden kadar canlı beliriyor söz konusu bu iki kişi olunca.
Melis ve Kaan. Benim benden çok ben parçalarım. Yalnızca onlar yanımdayken tamamlandığımı hissetmeye başladığımda anladım. Öylesine seviyorum ki bu iki kuzeni, önce Melis'i sonra Melis aracılığıyla Kaan'ı hayatıma sokan şanssa şansa, kaderse kadere, o olaylar zincirine, herşeye milyon kez teşekkür ediyorum. Beni ben yaptıkları için..

Kaan mimar. Muhteşem bir insan oluşunun yanında aynı zamanda işinde çok başarılı bir adam. Ayvalık'ta bir iş aldı bir süre önce. Temmuz'da açılması planlanan bir gece kulübünün inşaatını yönetiyor kısaca. Ayvalık'ta uzun süreler geçirmesi gerektiğinden, aylar önce bir rum evi tuttu. Aramızdaki tarifsiz bağdan olsa gerek, özel bulduğu, büyülendiği her şeyi benimle paylaşma, benim de oradaymış gibi hissetmeme sebep olma huyu var. Ayvalık'taki evini hep anlattı bana, hep bir gün orada olmamı istediğini belirtti. Tabii ben de aylardır Ayvalık'a gidebileceğim bir gün gelecek hayaliyle, heyecanıyla bekledim. Geçtiğimiz hafta Melis'le bu hayalimizi gerçekleştirmeye karar verene kadar bekledim. Kaan herşeyi ayarlamıştı, bize yalnızca gitmek kaldı. Melis benden önce gitti, benim cuma günkü talihsiz sınavım yüzünden. Ben de uçağa yetişemeyerek gece otobüsüyle gitmek durumunda kaldım. Melis 2 gece kaldı benden önce, ilk gece Kaan'ın o bana anlata anlata bitiremediği evde, ertesi günse Kaan evi boşaltmak zorunda kaldığından bir yandaki evde. Serdar'ın evinde. Serdar? Serdar Ateşer. Bülent Ortaçgil ile çalışmış, inanılmaz "high" bir müzisyen.. Kim olduğunu anlamanızın mümkün olmadığı kadar mütevazı bu adamın evinde kaldık ondan sonra. Onun yaşam alanında, onu misafir ettik hatta.. Neyse..


Korkunç bir otobüs yolculuğundan sonra Kaan beni karşıladığında dünyanın en mutlu insanıydım. Ayvalık'ın dapdar, eski püskü sokaklarından eve doğru giderken heyecandan içim içime sığmıyordu. Eve geldiğimizde de gördüğüm ilk canlıyı Melis sanıp çığlıklar atmaya başladım. Melis değildi. Kaan'n ev ve iş arkadaşı Naci. İlk izlenimi o kadar kötü bıraktım ki Naci'de, ilişkimiz kesinlikle toparlanamaz sandım, çok büyük bir yanılgı. Melis'i de uyandırdıktan sonra, karnımın açlığına dayanamayıp ilk mızmızlanmalarıma başladım. Kahvaltı istiyordum, Ayvalık tostu. Ama önce Kaan'la şantiyeye gittim. Orada o döküntüde, ben bir ışık gördüm ve bir kaç ay sonra orasının nasıl görüneceğini hayal ettim, anlattım. Kaan da görmüş olacak, gülümsedi.. Sonra bir uçak gördüm, uçma tutkumu en iyi bilen insan o, hiç şaşırmadı uçağa koştururken ben. Fotoğraflar çektik. Sonra deniz kenarına, kahvaltıya.. Neler yediğimizi anlatmaya kalksam, sabahlara kadar yazmam gerekir.. Geçiyorum..

Sonra Ayvalık sokaklarına daldık. Bir şarapçıdan 6-7 şişe şarap aldık, biraz da bira.. Eve gidip bira içmeye başladık, fotoğraflar çektik. İki üç biradan sonra çıkıp Cunda'ya gittik. Muhteşem güzellikteki Cunda Adası'na ilk görüşte aşık oldum tabii. Oturduğumuz yerde Kaan ve Naci'ye yapılan muamele muhteşemdi. Sanki Ayvalık'ın sahipleriyle beraberdik.. Ne istesek anında geldi, efsane yemekler yedik falan. Beğendili ahtapot, kremalı ahtapot, karides börekleri, sıcak otlar.. Yanında rakıyla, muhteşem bir güneşle süsledik yemekleri. Tabii sonra sarhoşluk geldi..
Eve gittiğimiz an herkes bir yere yığılıp sızdı haliyle, ama en çok da ben, yol yorgunu, 30 saatlik uykusuz, sarhoş.. Uyandığımda karanlıktı hava, en alt kattan sesler geliyordu. Arkadaşlarım uyanmışlardı..


Gece başladı sonra. Ev sahibimiz Serdar geldi önce, şömine yandı. Şaraplar açıldı teker teker, müzikler rüya gibiydi. Yeri geldi hep beraber hüzünlendik, yeri geldi kalkıp dansettik. Saatler su gibi geçti, ne ara 5 olmuştu ki hem, Melis Serdar'ın kanepesinde, böcekli alt katta sızdı birden.


Sabah gözlerimi muhteşem bir deniz manzarasına açtım. Odam en üst katta olduğundan en çok manzarayı ben görüyordum. Az uyumuş olmak hiç ama hiç önemli değildi, yaşadığımı hissediyordum gözümü alan güneşle. Denize koşmak, koşmak, koşmak istedim. Evden öyle hızlı çıktık ki, günü sonuna kadar değerlendirecektik. Yine denize sıfır bir yerde Ayvalık tostuyla başladık. Sonra eve dönüp üstümüzü değiştirecek, eksiklerimiz için Kipa'ya gidecektik. Hangi eksikler? Kaz Dağı'nda şelalelerden atlayabilmek için gerekli olan spor ayakkabılar, spor şortlar.. Evet, Kaan'la bir hayalimiz de buydu. Bana bunu benimle yapmanın muhteşem olacağından bahsetmişti, bunun onu çok heyecanlandırdığını anlatmıştı.

Kaan öyle bir adam ki, bir uçurumdan atlamamı söylese, düşünmem. Yanacağımı bile bile ateşe girebilirim o söyledi diye. Ona duyduğum öyle bir güven var, aynı zamanda Melis'te de var bu güven Kaan'a karşı. Ve biz üçümüz, bir araya geldiğimizde yapamayacağımız şey yok.
Kaan'ın bizi götürdüğü her yer büyüleyiciydi bugüne kadar, yedirdiği her yemek, içirdiği her içki benzersizdi. Kaan'ın çok sıradanmış gibi bahsettiği her şey bizim için inanılmaz deneyimlerdi, şimdiyse Kaan'ı ÇOK heyecanlandıran bir şey yapacaktık, onu bu kadar heyecanlandıran şey, benim nefesimi kesiyordu tabii.

Hava soğumuştu Kaz Dağı'na çıkınca. Bizse çıplak bacaklarımızla belki 2 belki 3 derece bir suya girmeye ölesiye hevesliydik. Kaan daldı ilk. Su öylesine kuvvetliydi ki, bizim Kaan'ımız sanki bir yaprak parçası, sanki kuş tüyü, savruldu bir anda. Kayaların arasından düştü, düştü, suya bata çıka düştü. Kalbim sıkıştı. Nefes alamıyorum sandım o kafasını çıkarana kadar sudan. Gülüyordu. O kadar mutluydu ki, hayatımızın rahatlamasını yaşadık onun ifadesiyle. Zar zor yanımıza çıkmayı başardı, ama kararı vermişti, aşağı inmeyecektik! Böylece şelaleye gittik direk. Karşı kıyıya kadar gittik, fotoğraflar çeke çeke. Şelalenin bizi savurmasına izin verdik. Vücudumuzda kesikler açıyormuş gibi hissettiren suya karşı koyduk, çırpındık. Ama o kadar üşüdük ki, ıslak kıyafetlerimizi fırlatıp eşofmanlara büründüğümüzde savaştan çıkmış gibiydik.. Kendimize bir Ayvalık tostu ödülü daha verdik, içimizi ısıtan bir çayla beraber. Mutluyduk, çok mutluyduk. Durmaksızın gülüyorduk. Naci'nin bitmek bilmez komikliklerine gülmekten canım acıyordu artık, nefessiz kalana kadar gülüyordum.

Eve dönüp temizlendikten sonra, tekrar Cunda'ya gittik. Melis gece otobüsüyle İstanbul'a dönme niyetindeydi tüm dil dökmelerimize rağmen. Kaan'la tam bir iş birliği halindeydik bu konuda, aradaki tüm sıkıcı evrelere rağmen, istediğimizi elde ettik ve Melis kaldı. Cunda'da aynı yiyeceklere bira eşlik etti bu kez, rakıyı kaldıramayacaktı midelerimiz. Yine muhteşem bir yemek, üzerine Taş Kahve'de sakızlı kahve.. Arada yediğimiz sakızlı dondurmaları neden atladım bilmiyorum. Dönüşte açık bulunan tekellere dalıp 5 şişe şarap ve 14 kutu bira aldık, ki bu kez içkisiz kalmayalım. Yine şömine, yine nargile, yine müzikler, yine danslar ve yine inanılmaz muhabbetler eşliğinde bir gece daha.. Birbirimizin omzuna bayılıp ayılarak, bu kim bu kim taklitleriyle karnımıza kramplar sokarak, yanımızdayken birbirimize mesaj atarak gecenin keyfini çıkardık. Ve Melis yine Serdar'la sızdı. Bu arada, Serdar dediğimiz bizim yorgan, baya yorgan.

Son günümüz.. Sabah Kaan'ın şantiyeye gidemeyişiyle uyandım. Bırakıp gidemiyordu. Kıyamadım, geceden sarhoştu, bizimle mutluydu, ve pazartesi sabahı kalkıp şantiyeye gitmesi gerekiyordu. O gitti, biz kahvaltıya.. Kaan özlemimize dayanamayıp yanımıza geldi sonra, Naci'yi de alıp gitti bir de. Biz de Melis'le başbaşa olmanın tadını çıkardık bu kez. Sohbet ettik, çay içtik, deniz kenarında yürüyüş yaptık, bulduğumuz ilk dolmuşa atlayıp Cunda'ya attık kendimizi. Kaan telefon edip"neredesiniz?" dediğinde nasıl eğlendiğimizi görmeniz lazımdı.. İnanamadı tabii, sonra atladı yanımızda aldı soluğu.. Yine ayrıldı yanımızdan, bize efsane bir şarap evi göstererek. Çılgınlar gibi genişleyen midelerimiz önce mantı yemeye sürükledi bizi.. Elimizde turistik hediyeler, güneş gözlüklerimiz ve parmak arası terliklerimle inanılmaz komiktik belki ama, attık kendimizi şarap evine. Birer şişe şarabın eşlik ettiği muhteşem bir sohbetti o bir kaç saat Melis'le paylaştığım. En derinime kadar aldım yine onu, içimi tamamen açtım, hiç bir kapalı kapı yok ya aramızda, iyice aştık engelleri. Sözler verdik birbirimize sessizce, sadece gözlerimizle anlattık birbirimiz için nasıl  özel olduğumuzu..

Sonra Kaan ve Naci katıldı bize. Cunda'da son saatlerimize.. Sarhoş taklidi yapmak istedik, yemediler. Fakat sonradan gerçekten sarhoş olduk ve bu sefer gerçek bir komedi filmi setiydi yaşadığımız. Taş Kahve'nin sakızlı kahveleri de ayıltamadı bizi, biz de üçüncü kez kremalı ahtapotları mideye indirirken yanına bira söyledik. Yine sarhoştuk. Bu kez mutsuzluktan mıydı, bilmiyorum. Ayvalık'tan ayrılma düşüncesi canımı yakıyordu. 9 saatte geldiğim yerden ayrılıp 1 saat sonra İstanbul'da olacaktım ve bu düşünce gerçekten bıçak gibiydi. Kaan'ı orada yalnız bırakma fikri, çok zalimdi. Naci'ye bakıp gülümserken, Melis'le sarılırken, Kaan'ın konuşmalarıyla kendimden geçerken hem çok ama çok mutlu, hem de çok mutsuz olmanın ne demek olduğunu hatırlıyordum..

Eve dönüp çantaları toplamaca ve evden ayrılış. Evet, en acı anları tatilimin. İzmir'den edindiğim huyu hala taşıdığımı gördüm, ayrılmadan önce her odayı gezip içimden konuşarak veda etmek, orada kalan sevdiklerimi eve emanet etmek huyu.. 2 gece bana kucak açan yatağa veda ettim, orta kata, böcekler çıkan sandığa, salonun ortasındaki küvete, her anımızın şahidi şömineye, ufak bahçemize, tek tek veda ettim. Kaan'ı onlara emanet ettim içimden. Ve o minik şirin kapıdan çıktım..

Havaalanına gidene kadar bir kelime konuşmadık hiç birimiz.
Ben Kaan'ın kucağında uyukladım, Melis önde kafasını devirdi. Naci'ciğim de zavallım yola konsantreydi.
Havaalanında yine Serdar'la karşılaştık. Gerçek Serdar, yorgan olan değil ev sahibi olan. Onu görünce sanki yıllardır görmediğim bir dostumu görmüş gibi oldum, neden bilmiyorum.

Vedalardan nefret ederim ben.
Naci'ye sarıldım ve vedayı sevmedim.
Kaan'a veda etmek diye bir kavram olamaz zaten.
Melis'e sarıldım ve uçağa bindik.


Şimdi buradayım, nefret ettiğim yerlerde. İki ayrı parçam şuan benden farklı uzaklıkta iki yerde nefes alıyor ve ben onlarla geçirdiğim büyülü 3 günü düşünüp mutlu oluyorum. Fotoğrafların ne kadar canlı olduğuna, her birinde ne kadar "güzel" göründüğümüze bakıyorum. Güzelliğimizin görünüşümüzden değil, mutluluğumuzdan kaynaklı olduğu o kadar bariz ki..


Teşekkür etmek için kelimem yok bu insanlara. Dünya tatlısı Naci'ye, hayatımdaki en özel arkadaşım Melis'e, hayatımda tanıdığım en özel adam Kaan'a, kelimelerim yetmiyor.
Hepsini çok seviyorum sadece. Ayvalık dendiğinde aklıma gelecek 3 kelime şimdi isimleri..








-bir yılı çoktan aşmış bir yazı, tek kelimesine bile dokunmadan yayınlamak istedim. ama değişen, ama gelişen ilişkiler oldu bu zamanda, yine de şimdi okuyunca, 3 günün her anı tekrar canlanınca gözümün önünde, sadece "iyi ki" diyorum.. iyi ki gitmişiz prenses Ayvalık'a ve iyi ki büyülenmişiz o şömineden nasıl olduysa. Sarhoş olmuşuz ya da aşık olmuşuz ya da bilmiyorum. İyi ki işte. -24.07.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

söylemeden edemicem..