31 Ocak 2012 Salı

kar, buz ve insanın içini donduran esas soğuk

Benim Forsa'dan uzak ilk kışım. Forsa'nın ve Balözü'nün karlar altındaki güzelliğinden uzak ilk beyazlığım. Gökhan'ın taş misali kartoplarından nasibimi alamadığım, Dilara'yı kara yatırıp ağzına burnuna kar dolduramadığım, Arka mahallelere kadar kovalanıp yerlere yığılmadığım ilk kar tutumu bu.

Ne depresifmişim arkadaş, hayır aslında değilim. Hüzün dolu sadece bu. Alışkanlıkları bırakmak ne zaman kolay ki zaten? İnsan 15 yıllık sevgilisinden ayrılsa özlemez mi onu? Alıştığı kolları hissedemeyince bedeninde, boşluğa düşmez mi? Ben de Forsa'dan uzak öyleyim işte, alıştığım kolları arıyorum durmaksızın.

Camdan bakıyorum, değişik bir sokak. İşlek bir sokak hem de, doğru düzgün kar bile tutmuyor yollar. Kaldırımları bile aşındırıyor Cadde insanları. Bizim sokağımız öyle miydi hiç? Araba geçemezdi, pamuk gibi kalırdı günlerce.

Kardanadam yapardık kesin. Havucu, zeytini de eksik etmezdik. Apartmandan çaldığımız süpürgeyi de takardık koluna mutlaka. Büyümedik ki hiç bir zaman. Hiç ama, hep çocuk kaldık biz o sokakta.

O nedenden ki kendimi yaşlanmış hissediyorum. Ne Boğaziçi'nin beyazlar altında güzelliği, ne Cadde insanının kar maceraları, o heyecanı yaşatamadı bana. Forsa'da toplanan çocuk kalplerimiz, karlar altında en mutlu anlarımız, yok artık. En azından benim için.

Şeytan diyor şimdi bas git oraya. Ama koca kıçlı üşengeç de izin vermiyor. Mal. Bir daha ne zaman 20li yaşlarında olacaksın acaba? Anca otur kıç büyüt. Dizi izle. Mal. Beyinsiz. Vallahi gerizekalı bu çocuk.

İçimi üşüten ne kar, ne buz. Beni bu fikir üşütüyor işte, uzaklık, yaşlılık, geçmişte kalmışlık, yeni bir ev. Kendimi kesesim var.

26 Ocak 2012 Perşembe

gidenlerden

Gidenlerden dımdımdım

Özledikçe bu şarkıyı dinliyorum da, ne ekledim, ne eksilttim onlara bakıyorum. Üzülerek farkettim ki, giderken arkamda pek bir şey bırakmıyorum. Ha, gittiğim yere de götürmüyorum, ne yapıyorum o aldıklarımı bilemiyorum.

Peki neden bu boşluk? Giden için kaybeden derler, şimdiye kadar hiçbir gidişimde kaybettiğimi bilmem, er ya da geç hep kazanmışımdır. O yüzden hep gitmeli miyim? Bilemiyorum.

Bu kez niyetim yok. Olduğum yerde durmaya çok kararlıyım. Olduğum yerden sonsuz mutluyum. Gelenler, gidenler, arkada kalanlar hiç umurumda değil. Bir tek olanlar umrumda. Kalanlar.

PS: Seni hiç özlemedim dostum.
PS2: Ben artık bir tek Deniz'i özlüyorum sanırım.

20 Ocak 2012 Cuma

vizyon sahibi olmak ya da olmamak

Ağır şeyler yazacağım, hiç üzgün değilim. Çünkü düşündükçe tüylerimi diken diken eden bir gerçeği anlatacağım şimdi size, Türkiye'nin en iyi üniversitesi olarak anılan Boğaziçi Üniversitesi'ndeki bir rezaleti yazacağım, umarım sizin de gözünüzü açmayı başarırım, umarım siz de benim gibi tepki verebilirsiniz olaya.

TK kodlu bir dersimiz var, Türkçe diyelim, HER bölüme zorunlu. 2. sınıfta, her iki dönem birer tane olmak üzere 2 ders alıyoruz. Alanlar bilir, sonsuz sayıda section olmasına rağmen, kota problemi dolayısıyla, kendi programımıza da uydurma adına genelde hangisi uygunsa onu alıyoruz, hoca, hocanın notu, çok farketmeksizin, almak durumunda kalıyoruz dersi. Bu dönemin başında, programıma tek uyan section, hatta kalan son yer olarak Baydan isimli hocadan dersi aldım. Zar zor eklediğim için, şımarıklık yapmaya hiç hakkım yok gibi hissediyordum ve sesimi çıkarmadım tabii, pazartesi sabahları, sabahın 9unda olan derse ilk hafta ilk kez gittim..

Daha ilk dersten anlamalıydım aslında, hocamız, okuyacağımız kitapları tahtaya yazarken bence yüzyılın gafını yaptı ve ATİLLA İLHAN yazdı.. Afalladım, koskoca TÜRKÇE hocası, koskoca BOĞAZİÇİ'nde EĞİTİM veren hoca, Attila İlhan'ın adını doğru yazamıyor muydu? Bir anlık boşluğuna geldiğine inanmak istedim..

Dönem içinde kendisinin korkunç hatalarını ve inanılmaz derecede yanlış tutumunu üzülerek izledim, başarısız buldum onu bir eğitmen olarak, ama söz düşmezdi, herkesin kendi tarzı vardı. İsyan etmeden beklemeyi tercih ettim, vize sınavına kadar..

Halide Edip'in "Handan" isimli romanından ve Ayşe Sarısayın'ın "Yorgun Anılar Zamanı" isimli öykü kitabından sorumluyduk. Bana kalırsa çok daha başarılı bir roman, çok daha etkili bir öykü kitabı okutulabilirdi Boğaziçi öğrencilerine, ama koordinatörlüğe saygı duydum tabii. Sınav tam bir hayal kırıklığıydı öncelikle, sorular, o kadar ama o kadar başarısızdı ki, hocanın 2 saat süre verdiği sınavı yaklaşık 45 dakikada bitirip, sıkıntıdan patlayarak çıktım.

Şimdi kendimle ilgili ufak bir detaydan bahsedeyim ki, isyanımı haksız bulmayın: LGS ve ÖSS dahil, hayatımda girdiğim TÜM sınavlarda, Türkçe ve Edebiyat bölümlerinden ya tam puanla, ya da 1 yanlış yaparak çıktım. Kompozisyon yazmayı çok severim, dergilerde yazılarım çıkmıştır, şimdiye kadarki tüm Türkçe hocalarım yazılarımı çok beğenmişler, beni yazmaya teşvik etmişlerdir, okuduğumu her zaman çok iyi ve çok hızlı anlarım, duraksamadan yazarım, ikinci kez okumam, ve her sınavdan çok yüksek bir puanla çıkarım. Kitapları iyi okurum ve çıkarımlarım hemen her zaman tam olarak doğrudur. Yorumlamama güvenirim, bilgime zaten fazlasıyla. Arkadaşlarımın bile yazım yanlışlarını düzeltirim, anlatım bozuklukları beni çileden çıkartır. Ve Türkçe kodlu bir dersi, elimi kolumu sallaya sallaya AA ile geçeceğimden en ufak bir şüphem yoktur.

Bunları neden anlattım, çünkü vize açıklandığında aldığım"63" puan beni şoka uğrattı. Kağıdımı incelediğimde şokum daha da arttı, bir sorum tam puan almış, yanında bir not: "Yazdıkların tam değil ama herkesten farklı yazdığın için tam puan verdim." NE?'!. Bir diğer soruya cevap olarak yazdığım yarım sayfalık makalenin üstü çizilmiş ve bir kısa dalga notu düşülmüş: "Soru anlaşılamamış." NE?!. İşte bu notları gördükten sonra sayın hocaya söyleyecek bir kelime bulamayıp yerime oturdum ve şokumu içime attım.

Gelelim esas kabusa, final sınavına. Sorumlu olduğumuz kitaplar bu kez çok değerli Attila İlhan'ın "Ben Sana Mecburum" isimli şiir kitabı ve Halikarnas Balıkçısı'nın yine muhteşem bir eser olan "Mavi Sürgün" adlı otobiyografik anı kitabıydı. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, Mavi Sürgün kitabından çok şey öğrendim. Cevat Şakir ve Halikarnas Balıkçısı olarak iki ayrı karakter tanıdım mesela aynı insana dair. Bugün hepimizin turizm amaçlı kullandığı o güzelim Bodrum'a dair hiç bilmediğim etkileyici gerçekler öğrendim. Ağustos böceklerinin hazin hikayesinden tutun da, Bodrum'un bir turunçgil cenneti haline gelmesinde Halikarnas Balıkçısı'nın emeğine kadar. Gerçekten, muhteşem bir kitaptı bu. Ve kendi kendime şunu dedim okuduktan sonra, "keşke ben bir hoca olsaydım da, muhteşem sorular sorsaydım öğrencilerime, neler öğrenmişler bu kitaptan, neler çıkartmışlar acaba"

Gelin görün ki sayın Baydan, efendim yazar bilmemnerden geçerken nereyi hatırlamıştır, bilmemnereyi nasıl keşfetmiştir, bilmemnerde hangi mitolojik hikayeyi anlatmıştır şeklinde, 4 tane birbirinden niteliksiz, birbirinden kalitesiz soru sormuş bize. Amaç, nokta sorular sorarak kitabı okuyup okumadığımızı test etmek kendince. Hadi bunu anlarım, okuyan ve okumayan, okuyan ve birine anlattıran, okuyan ve özete göz gezdiren arasındaki farkı ortaya çıkarmak istemiştir, haklıdır. Fakat o zaman 1 soru sorulur, o kitaptan sorduğun 4 sorunun 4ü de böyle olursa, sana yazıklar olsun derim ben, kitabı harcamışsın derim. Ne yazık ki Ben Sana Mecburum da güme gitmişti. İçinden seçilen bir şiiri inceleyip, hangi mısrada çağrışım var, hangisinde ad aktarması, hangisinde "alışılmamış bağdaştırma" var bunu yazmamızı istemiş.

Sonuç, tam bir hayal kırıklığı. Sorulara bir saniye göz gezdirdikten sonra ağzımdan bir "inanamıyorum" nidası çıkmadı desem yalan olur, "yok artık" dedim yüksek sesle. İki değerimizin eserleri ancak böyle aşağılanırdı, Boğaziçi öğrencileri ancak böyle yerin dibine sokulurdu, böyle hafife alınırdı. Cümle bu, "yazıklar olsun."

Ne yazık ki bu insan böyle bir üniversitede ders veriyor ve bu konuda yapabileceğimiz pek de bir şey yok. Size sadece tavsiyem sevgili BÜ öğrencileri, programınıza tek uyan section olsun, diğer tüm sectionların kotaları dolmuş olsun, yazın alın, diğer dönem alın, okulunuzu uzatın ama bu hocadan ders almayın. Belki küçücük bir protesto olur bu. Çünkü biz bunu haketmiyoruz, kendinize bunu yapmayın derim. Sevgiler, ve geçmiş olsun.